İlk
kez hayatıma girdiğimde ergenlik dönemimdi. Kanımın kaynadığı
o günler olağanüstülüğü barındırana, mitolojik ve antik
olana karşı konulmaz duygular taşıdığım dönemlerdi. Tam da bu
dönemde Tim Burton’un 1989 yılında yönettiği sinema
uyarlamasıyla kendisini en çok korktuğu uçan memeliyle
özdeşleştiren maskeli kahraman dünyama girdi. Bir yandan
mitolojik ilgime hitap ederken diğer yandan gizemli yönü gerçekten
ilgimi çekmişti. Daha da ilginç kılansa taktığı maskenin
ardında sakladıkları ve saklayamadıklarıydı.
Tim
Burton’un yönettiği Batman üçleme olarak sinemada yerini aldı.
Burton yönettiği üçlemenin yönettiği ilk iki filminde ince
alaycı zekasını usta oyuncularla birleştirmeyi başardı. Ve de
kariyerinde önemli sıçrama tahtası oldu. Tabii joker rolünde
usta oyuncu Jack Nicholson ve gazeteci güzel Kim Basinger hafızalara
kazındı.
Son
yıllarda eski filmleri tekrar sahneye sürmeyi alışkanlık haline
getiren Hollywood maskeli kahramanın yeni üçleme versiyonu içinse
İngiliz yönetmen Christopher Nolan’a başvurdu. Nolan üçleme
olacak filmde senaryosunu tek film üzerine kurmak yerine üç filme
yayarak içinde alt senaryolar barındıran aslında tek senaryo
üzerine filmleri çekti ve Dark Knight Rises (Kara Şövalye
Yükseliyor)’la da bitirdi. Üçlemenin ilk filmine her ne kadar
Batman Begins (Yarasaadam Başlıyor) adını vermiş olsa da aslında
filmi Dark Knight (Kara Şövalye)’tı. Ve bu bilinçli bir
tercihti. Nolan bir yandan kahramanının maskesine ve kişiliğine
vurgu yaparken diğer yandan ona kadim özellikler ve karakter
kazandırmayı amaçlamıştı. Bu kadimliği kahramanın sonunda
kendini bulduğu ilk filmdeki yolculuğunda fazlasıyla gördük.
Nolan’ın bundaki başarısı da şüphesiz ortada. Üçlemenin son
filminde de amacını (Dark Knight Rises ın fragmanında) açıkça
izleyiciyle paylaştı (The Epic Conclusion to the Dark Knight
Legend/Kara Şövalye Efsanesinin Destansı Sonu).
Batman/Kara
Şövalye diğer çizg roman karakterlerinden oldukça farklıdır.
Farklı kılan sıradan bir insanın da aslında Olimpos tanrılarına
özgü olağanüstü güçleri/özellikleri olmadan daa kahraman
olabileceği hissini insanda uyandırmasıdır. Verdiği temel mesaj
ise İnsanın Hayat Yolculuğunda Bir Amacı Olması Gerektiği.
Çift
kişilikli kahraman maskesinin arkasında gizlediği/gizleyemediği
korkusuyla, korkusuzluğuyla, ölüme özlemiyle, ölümden
kaçışıyla, trajedisiyle, zenginliğiyle, yabancılaşmasıyla,
şöhretiyle karanlıklardan gelen Batman ve ışıltılı hayatın
simgesi Bruce Wayne’dir. Bir çok erkeğin hayal dünyasına hitap
ettiği şüphesiz.
Bu
özgün yanlar yalnızca maskeli kahramanın değil elbette.
Düşmanları da aynı özgünlükleri taşıyor. Nasıl kahraman
karakterinin arkasında herhangi bir Gothamlının olabilmesi söz
konusuysa kötülük maskesinin arkasında da herhangi bir Gothamlı
olabilir. Hem kahraman hem de kötü karakter, maskenin ardındaki
kişiliği bulmak zorundadır birbiriyle gerçek anlamda
yüzleşebilmek için. Ve de birbirleriyle yüzleşirken de
maskelerinin ardındaki kendileriyle de yüzleşmek zorundadırlar.
İki boyutlu tek mücadeledir bu. Kişilik savaşını kazanan tüm
boyutlarda mücadeleyi kazanacaktır.
Nolan’ın
Dark Knight üçlemesi de tam bu çelişkiler, ikilemler,
mücadelelerin merkezindedir. İlk filmde kendini bulmak (kişiliğini
çözmek, kendisiyle yüzleşmek ve barışmak, hayattakini amacını
bulmak ve dünyaya karşı duruşunu kazanmak) için çıktığı
yolculuğa üçüncü filmde bir kez daha sahip olduklarını, inşa
ettiği/inşa etmeye çalıştığını koruma, Gothamlılar
tarafından anlaşılamazlığını sona erdirme adına çıkmalıdır.
Birinci yolculuk antik düşünceden modern dünyaya doğruyken
ikinci yolculuk karanlıktan ışığa olmalıdır. [ışık
aydınlığı, güzelliği, iyiliği, mutluluğu, sevgiyi, huzuru
simgeleyen bir metaforken karanlık tam tersini barındırır içinde.
(bu fikre pek katılmam söz konusu değil. Aklım bilgim ve tecrübem
her ikisinin de içlerinde birbirlerini barındırdıklarını
söylüyor.)].
Üçüncü
filmi ilk iki filmden ayıran ve zirveye taşıyan ise bugüne kadar
yapılan birçok türünden de ayıran aynı zamanda hem kahramanın
hem de kötünün çıktığı yolculuğu ve hayata/dünyaya karşı
duruşlarını aynı düzeyde, uzaklıkta vermesi. Asıl dikkati
çeken ise bunun tabii ancak filmin sonuna doğru anlaşılabilmesi.
Üçüncü filmi diğerlerinden ayıran bir nokta da aynı yerden
(kuyu hapishane) aynı yolculuğa çıkan üç farklı kişinin
(Bane, Miranda ve Dark Knight/Bruce Wayne) vardıkları noktadaki
çıkarımları. Biri (Miranda) güzelliğinin ve iyi/olumlu
söyleminin arkasında hayatın aldıklarının yanında kendisine
verdiklerini/ verebileceklerini nefretin ve intikamın kör ettiği
zihninde idrak edemeyerek içindeki marazla baş
edemeyen/yüzleşemeyen mevcut dünyaya, değerlerine öldüresiye
düşman bir kadın, diğeri (Bane) ise dev cüssesi, hayata tutunmak
için zorunlu taktığı maskesi ve yüreğinde bir kıza (Miranda)
karşı taşıdığı sevgisiyle sürüklenen bir garip (garip
tanımlaması bilinçli bir tercih olup karanlıkta kalan (filmdeki
kuyu hapishane) ruhun aslında sevdiği kızın tercihlerine bağlı
olması dolayısıyladır. Kızın tercihleri farklı olsa belki de
Bane gibi bir uluslararası terörist olmayacak.) Diğeri
(Batman/Dark Knight) ise savcı Dent karakterinde yaşadığı
hüsranla aslolanın kişiler değil değerler/ilkeler olduğunu
unutmuş kendi içinde kaybolmuş bir adam. İki adam bir kadın;üç
yolculuk. İkisi yitik biri belirsiz son. Maraz da mücadele de
insanın içinde. Kimi ruh kurtulur, kimi kurtulmayı seçer kimi de
kurtulmayı istemez. O halde maraz insanın içindeyse aydınlıklarda
olmak insanlığı getirmez.
Adem AYTEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder