logo

5 Ağustos 2018 Pazar

Bukoleon'u kurtarmak



Başlıktan yola çıkarak, "Şimdi bu da ne?" dediğinizi duyar gibiyim.
Meraklıları bilir. İstanbul Çatladıkapı'da bulunan Bukoleon Sarayı'nı.
Uzun yıllardır, kaderine terk edilmiş bir harabeydi. İçinde madde bağımlılarının alem yaptığı, kalıntılarına evsizlerin sığındığı ve bazı bölümlerinin defineciler tarafından köstebek yuvasına çevrildiği bir yerdi.

Görünüşü bir korku filmi sahnesini andıran dış cephesi bir haber dönüşü takıldı gözüme. Dayanamadım daha ofise gitmeden hemen sarıldım telefona ve internet sitelerinden burayla ilgili kısa bir araştırma yaptım. Çok geçmeden söz konusu harabenin zamanında ihtişamlı bir Bizans Sarayı Bukoleon olduğunu öğrendim.


Ofise gittikten sonra da kısa bir araştırmayla sarayın geçmişine ait ayrıntılı bir çalışma yaptım.
Ve sonunda heyecan verici bir haberin beni beklediğini biliyordum. Çok geçmeden konuyu birim şefime ilettim ve onay aldıktan sonra da doğru saray yolunu tuttum.


Saray'a geldiğimde bir taraftan heyecan duyuyordum, diğer yandan da hüzün. Çünkü yaratılan tahribata yakından şahit olmak daha da üzdü beni. Sarayın girişleri, sözde içerde alem yapanlar için saç levhalarla kapatılmış. Ama onu koruyayım derken aslında tam 1610 yıllık tarihi tescilli yapıya ciddi zarar verilmiş. Saç levhalar, sarayın tarihi duvarına yaklaşık 10 cm'lik demir çubuklar çakılarak tutturulmuş.

Kısa bir çekimin ardından kameraman arkadaşımla, kalıntıların olduğu yere çıktık. Önce o çıktı ve hemen kayda girdi. Yukarıda enterasan şeylerin döndüğünü anlamıştım artık. Vakit kaybetmeden bende kalıntılar üzerinden tırmanarak yukarıya çıktım. O an gördüğüm manzara karşısında ne yapacağımı bilemedim. Etraf çöp yığınları içinde. Evsizler ve madde bağımlıları uygun yerleri çevrelemiş ve kendilerine yetecek kadar barakalar yapmış. Zamanında saray cemaatinin kaldığı odalar bir bir derme çatma barınaklara çevrilmiş.


Barınakta, Türk, Afgan ve Suriyeli 7 kişi kalıyordu. Çekimlerimizi yaparken kafası hafif güzel olan biri bize doğru yaklaştı. İsminin "Bülent Ecevit" olduğunu belirten 30'lu yaşlardaki arkadaş önce bizim orada ne aradığımızı sordu. Dilimiz döndüğünce derdimizi anlattık ve başladık sohbete. Uzun yıllar saray kalıntıları arasında yaşayan Ecevit de Bukoleon'un tahrip edilmesinden rahatsızdı. Başladık röportaja.


Ecevit, "Biz de rahatsızız ağabey" diyor ve devam ediyor:
“Şu anda burada 3-4 kişi yaşıyor. Ama sürekli birileri gidip geliyor buraya. Buradaki tahribatla ilgili bizim alakamız yok. Geldiğimiz günden buyana bir şey görmedik. Gelen giden çok insan var. Burada ateş yakıp mangal yakıyorlar, alkol içiyorlar. Alt katta başka bir adam kalıyordu. Çok alkol içiyordu. Bir de içeri çöplüğe dönmüş diyorlardı. Daha sonra belediye ekipleri geldi. O şahsı çıkartıp, alt kattaki girişleri kapattı"


Ardından kalıntılar arasındaki barakalardan geçerek daha da yukarı çıktık. Devamında tren raylarının yanı başına gelişi güzel konulmuş sütun ve sütun başları karşıladı bizi. Oraları da detaylıca çektikten sonra sarayın dışarıdan göze çarpan en büyük yapı grubuna girdik. Buraya giriş bir evin bahçesinden yapılıyordu. Önce evdekilerden izin aldık, ardından da o heybetli yapının içine girdik.


Burayı da define avcıları deyim yerindeyse köstebek yuvasına çevirmiş. Neredeyse kazılmadık yer kalmamış. Tarihi bişeyler bulurum diyerek, kalıntılar iyice tahrip edilmiş. Çevredeki semt sakinine uzattık bu sefer mikrofonu.


Cesur Tecimen, "Burada çok fazla hırsızlık oluyor" diyerek başladı sözlerine. Ben ise bir taraftan röportaj yapıyorum, diğer yandan da çevredeki tahribatı gözlüyorum. Tecimen röportajın devamında, " “Buranın halini görüyorsunuz. Kendi imkanlarımızla burayı madde bağımlılarından korumak için kapatmaya çalıştık. Her gün tinerciler geliyor. Madde kullananlar hep burada. Buraya sahip çıkılmasını istiyoruz ama kimse gelip ilgilenmiyor. Biz burada yaklaşık 20 yıldır kirada kalıyoruz. Burası evimizin yanında olduğu için evimize girip hırsızlık bile yapabiliyorlar" dedi ve yetkililerden çözüm istedi.


Ardından çıktık yola. Ben daha yoldayken haberi kafamda yazmıştım. Ofiste hemen oturdum bilgisayarın başına ve başladım yazmaya. O günün ertesi artık haberi servis etmiştik. Abartısız birçok tv ve gazete, uzun uzadıya verdi haberi. Haber o günler de hayli etki yarattı. Bizim haberimizden sonra birçok tv, kendi muhabirini göndererek çevreden haberler yaptı.

Ben manevi olarak rahatlamıştım ve birilerinin kulağına kar suyu kaçırdığımı düşünüyordum. 10 Temmuz'da servis ettiğim haberin meyvesini 2 Ağustos tarihinde almıştım. İBB'nin servis ettiği bültene göre, yetkililer harabeye dönen saraya için bir dizi çalışma başlatmışlardı. Habere göre saray hem restore edilecek hem de bir açık hava müzesine dönüştürülecekti.

Süreç sonunda başarılı bir kamuoyu oluşturmuş ve kaybolmaya yüz tutan bir tarihi yeniden hakkettiği değeri görmesi için adımların atılmasını sağlamıştık. Böylece başlıkta yazdığım "Kurtarma" operasyonu tamamlanmış oldu.


Şimdilerde de yine İstanbul'da başka kurtarma operasyonları üzerine çalışıyorum. Bekleyin ve görün.
Nasıl diyorlardı.

To be continued...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder