logo

27 Ocak 2015 Salı

Tarihsel maddecilik, eşitsiz gelişim ve gerçekçilik

Başlıktaki ilk iki kavram, sosyalist düşüncenin teori noktasındaki iki yüzü keskin bıçaklarıdır. Buna bir de pratik noktasındaki “gerçekçilik” eklenince risk daha da büyümektedir.

Marksizmin, kurulduğu 19.yüzyıldan itibaren düşünme sistematiği olarak temel ilkelerinden biri tarihsel maddeciliktir. Bu ilkeye göre; gerek geçmiş dönemde, gerekse içinde bulunulan dönemde yaşanan bir olay değerlendirilirken olay, gerçekleştiği dönemin maddi koşulları ve imkanları baz alınarak değerlendirildilir. 20. yüzyılda Lenin ve Rosa Luxemburg tarafından emperyalizm kavramı perspektifinde “eşitsiz gelişim yasası” da temel nitelik olarak Marksist düşünme sistemine eklendi.

Gerçekçilik ise, zaten özünde maddeci ve olgucu bir düşünme sistemine sahip olan Marksizmin her dönem sahip olduğu başka bir temel nitelikti. Marksizmin, yazımız açısından bu üç nitelik kadar öne çıkmayacak bir diğer temel niteliği de parça ve bütünün çok yönlü etkileşimini(diyalektik) temel almasıdır.

Marksizm, 21. yüzyıla böyle bir düşünsel yöntem ilkeleri birikimiyle girmiştir. Bu ilkeler, dünyanın işleyişini çözümlemek ve bu işleyişteki sorunlara çözüm üretmek için en azından günümüz koşullarında yeterli ve muktedir ilkelerdir.

Fakat bu yeterlilik ve muktedirlik, bu ilkelerin “İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur” diyen Karl Marx’ın ve yöneticilerinden olduğu Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin; 1. Sömürgeci Paylaşım Savaşı koşullarında ayakta kalamayacak Çarlık ve sermaye sınıfının, muhalefeti kısırlaştırmak için kurduğu mecliste yer alan Menşevik kanadıyla kavga ederek o meclise girmeyi reddeden ve “Tüm iktidar sovyetlere” diyen Lenin’in bakış açısı ve cesaretiyle kullanılırsa mümkündür. Aksi takdirde bu kavramların sosyalist siyasetin hadım edilmesi için taşıdıkları yeterli ayak bağı niteliği kaçınılmaz olarak hüküm sürmeye başlayacaktır.   

Bu ilkelerin ayak bağı niteliği ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz dönemlerinde kendini göstermektedir. Eğer bir kriz bu üç niteliğe birden bürünürse bu durumda bahsi geçen ilkelerin ayak bağı niteliğinin ortaya çıkması bu sefer daha yakıcı etkiler uyandırır.

Bu ilkelerin ayak bağı niteliği ise, bahsi geçen krizin yarattığı toplumsal dinamiğin yeterli radikallikte bir önderliği kuramaması ya da var olan önderliklerin herhangi birinin bu toplumsal dinamiği kapsayamaması ve peşine takıp sürükleyememesi durumunda ortaya çıkar. Böylesi durumlarda bahsi geçen toplumsal dinamiğin sol nitelikli olması kaçınılmazdır. Fakat nihai çözüm içi gerekli cesaretin gösterilmediği durumlarda sermaye iktidarı tarafından, kendisine karşı yükselen dalgayı kırmak için ufak çaplı ve sermaye düzeni tarafından daha sonra geri alınması çok zor olmayan tavizler verilir. Bu cesaretsiz dinamiğin içinden ise “mevcut maddi durumlarda başarılabilecek olan”ın bu olduğu, “gerçekçi olunması” gerektiği feryatları yükselmeye başlar.

Sermaye sınıfının, Somut olarak emek sınıfına taviz vermesi tabii ki kazanımdır. Ama sermaye sınıfının bu tavizleri bir gaflet anında geri almak için fırsat kollayacağı da kaçınılmaz bir gerçekliktir. Bu noktada koparılan tavizlerin korunması için dirayet gösterilmesi öncelikli zorunlulukken, bu tavizler doğrultusunda güçlenerek nihai çözüme ve emeğin egemenliğini kurmaya çalışmak temel zorunluluktur. Bu noktada, “yezidin kurnazının göze Ali gözükmemesi” de başlıca dikkat edilmesi gereken durumdur.

Bu açıdan bakıldığında Yunanistan’da SYRIZA önderliğinde kurulan koalisyon hükümeti, başta Yunanisan emekçileri olmak üzere dünya emekçileri için önemli bir kazanımdır. Bu kazanımlara sahip çıkmak, başta Yunanistan emekçileri olmak üzere tüm dünya emekçilerinin başlıca görevidir.

Bu kazanımların, Yunanistan’dan başlayarak tüm dünya emekçileri için geliştirmek ve nihai çözüme ulaştırmak  için gerekli hazırlıkları yapmak ve bu yönde çaba sarfetmek ise boynumuzun borcudur.

Soner Bahadır     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder