Başlıktaki ilk iki kavram, sosyalist düşüncenin teori
noktasındaki iki yüzü keskin bıçaklarıdır. Buna bir de pratik noktasındaki
“gerçekçilik” eklenince risk daha da büyümektedir.
Marksizmin, kurulduğu 19.yüzyıldan itibaren düşünme
sistematiği olarak temel ilkelerinden biri tarihsel maddeciliktir. Bu ilkeye
göre; gerek geçmiş dönemde, gerekse içinde bulunulan dönemde yaşanan bir olay
değerlendirilirken olay, gerçekleştiği dönemin maddi koşulları ve imkanları baz
alınarak değerlendirildilir. 20. yüzyılda Lenin ve Rosa Luxemburg tarafından
emperyalizm kavramı perspektifinde “eşitsiz gelişim yasası” da temel nitelik
olarak Marksist düşünme sistemine eklendi.
Gerçekçilik ise, zaten özünde maddeci ve olgucu bir
düşünme sistemine sahip olan Marksizmin her dönem sahip olduğu başka bir temel
nitelikti. Marksizmin, yazımız açısından bu üç nitelik kadar öne çıkmayacak bir
diğer temel niteliği de parça ve bütünün çok yönlü etkileşimini(diyalektik)
temel almasıdır.
Marksizm, 21. yüzyıla böyle bir düşünsel yöntem ilkeleri
birikimiyle girmiştir. Bu ilkeler, dünyanın işleyişini çözümlemek ve bu
işleyişteki sorunlara çözüm üretmek için en azından günümüz koşullarında
yeterli ve muktedir ilkelerdir.
Fakat bu yeterlilik ve muktedirlik, bu ilkelerin
“İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur” diyen Karl
Marx’ın ve yöneticilerinden olduğu Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin; 1.
Sömürgeci Paylaşım Savaşı koşullarında ayakta kalamayacak Çarlık ve sermaye sınıfının,
muhalefeti kısırlaştırmak için kurduğu mecliste yer alan Menşevik kanadıyla
kavga ederek o meclise girmeyi reddeden ve “Tüm iktidar sovyetlere” diyen
Lenin’in bakış açısı ve cesaretiyle kullanılırsa mümkündür. Aksi takdirde bu kavramların
sosyalist siyasetin hadım edilmesi için taşıdıkları yeterli ayak bağı niteliği
kaçınılmaz olarak hüküm sürmeye başlayacaktır.
Bu ilkelerin ayak bağı niteliği ekonomik, siyasi ve
toplumsal kriz dönemlerinde kendini göstermektedir. Eğer bir kriz bu üç
niteliğe birden bürünürse bu durumda bahsi geçen ilkelerin ayak bağı
niteliğinin ortaya çıkması bu sefer daha yakıcı etkiler uyandırır.
Bu ilkelerin ayak bağı niteliği ise, bahsi geçen krizin
yarattığı toplumsal dinamiğin yeterli radikallikte bir önderliği kuramaması ya
da var olan önderliklerin herhangi birinin bu toplumsal dinamiği kapsayamaması
ve peşine takıp sürükleyememesi durumunda ortaya çıkar. Böylesi durumlarda
bahsi geçen toplumsal dinamiğin sol nitelikli olması kaçınılmazdır. Fakat nihai
çözüm içi gerekli cesaretin gösterilmediği durumlarda sermaye iktidarı
tarafından, kendisine karşı yükselen dalgayı kırmak için ufak çaplı ve sermaye
düzeni tarafından daha sonra geri alınması çok zor olmayan tavizler verilir. Bu
cesaretsiz dinamiğin içinden ise “mevcut maddi durumlarda başarılabilecek
olan”ın bu olduğu, “gerçekçi olunması” gerektiği feryatları yükselmeye başlar.
Sermaye sınıfının, Somut olarak emek sınıfına taviz
vermesi tabii ki kazanımdır. Ama sermaye sınıfının bu tavizleri bir gaflet
anında geri almak için fırsat kollayacağı da kaçınılmaz bir gerçekliktir. Bu
noktada koparılan tavizlerin korunması için dirayet gösterilmesi öncelikli
zorunlulukken, bu tavizler doğrultusunda güçlenerek nihai çözüme ve emeğin
egemenliğini kurmaya çalışmak temel zorunluluktur. Bu noktada, “yezidin
kurnazının göze Ali gözükmemesi” de başlıca dikkat edilmesi gereken durumdur.
Bu açıdan bakıldığında Yunanistan’da SYRIZA önderliğinde
kurulan koalisyon hükümeti, başta Yunanisan emekçileri olmak üzere dünya emekçileri
için önemli bir kazanımdır. Bu kazanımlara sahip çıkmak, başta Yunanistan
emekçileri olmak üzere tüm dünya emekçilerinin başlıca görevidir.
Bu kazanımların, Yunanistan’dan başlayarak tüm dünya
emekçileri için geliştirmek ve nihai çözüme ulaştırmak için gerekli hazırlıkları yapmak ve bu yönde
çaba sarfetmek ise boynumuzun borcudur.
Soner Bahadır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder