logo

12 Şubat 2015 Perşembe

Okumakla cehalet körelir, eşeklik bâkî kalır!

Bu söz, kitabi bilginin ve kurumsal eğitimin yalnızca beyni doldurmaya yaradığı fakat eğer kullanıp insan yaşamına faydalı hale getirmezsen bilgiyi edinmenin anlamsız olduğu anlamına gelir. Bu atasözünde anlatılan durumu ifade etmek için “Kitap yüklü merkep(eşek)” deyimi de kullanılır.

Bu sözün ve deyimin geçerliliğini son tescilleyen kişi soL Haber Portalı Yazarı ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi Sanat Yönetmeni Orhan Aydın oldu. Bahsi geçen iki yazıdaki yaklaşım aynı zamanda, geçen sene Türkiye Komünist Partisi(TKP)’nde yaşanan ayrışmanın da bir turnusol kağıdı işlevini görüyor.

Kendisi, bu ayrışmanın ardından Komünist Parti(KP)’yi kuran kadroda yer alan Orhan Aydın; son 10 günde yazdığı iki yazıyla, sahip olduğu entelektüel birikimin kendisini aydın ve öncü yapmaya yetmediğini ispatladı. Çünkü Orhan Aydın son iki yazısında, bilinçaltında sakladığı halkı cahil, beceriksiz ve niteliksiz gören yanı ortaya çıkardı. Halkına açıkça “cahil” diye bağıran ve suçlayan bir insan allâme-i cihan olabilir ama aydın ve öncü olamaz.

CEHALET

Orhan Aydın, “halk düşmanlığı”(Bu ifade yazının devamında daha anlamlı hale gelecek) sürecini başlatan ilk yazısına(1) Yunanistan’da SYRIZA’nın iktidara gelmesinin AKP rejiminde ve solda yarattığı yankıları ele alarak başlıyor. İlk başlarda çok “atılımcı” duran bu ele alış kısa sürede “sebeb-i ziyaret”ini açıklıyor.

Orhan Aydın önce, AKP’nin kalemşörleri için “Gazetelerinin köşelerinden, radyolarından, televizyonlarından ülke sosyalistlerine-devrimcilerine ‘bizimkiler beceriksiz aptallar’ diye hakaretler yağdırıyorlar” tespitini yapıyor. Orhan Aydın bu tespitin üzerine Yunanistan halkı ve solu ile Türkiye halkı ve solu arasında şöyle bir kıyas yapıyor:

‘Bizde yapabiliriz’ diye birilerinin ortaya çıkmaması ise memleketimizin durumunu iyi okumuş olmalarının işareti olsa gerek!
Öyle ya, orası 10 milyonluk Yunanistan burası 77 milyonluk bir keşmekeş.
Sen 17 milyonluk İstanbul’unda eylem çağrısı yaptığında 5 bin kişiyi toparlarsan bayram ediyorsun, 10 milyonluk kapı komşunda her eylem yüz binlerle anılıyor.
Onlar sokakları, meydanları; AB’ye, faşizme, sağcı madrabazlara, talancılara, yalancılara dar ediyorlar, gençlik halk el ele, sen yatıp kalkıp Haziran Direnişi ile avunuyorsun.
Her şeyleri iç edilse de, adalet ve hukukun adil işlemesi için top yekûn ısrarcı oluyorlar.
Birinin canı yansa bini sokağa dökülüyor.
Yoksulları onurlu, göçmenleri yurttaş, farklılıkları zenginlik.

Yazar, ağzındaki baklayı ise şu ifadeyle çıkarıyor: “Çünkü cahil değiller!

Orhan Aydın, “cehalet”imizi ise şöyle “yüzümüze vuruyor”:
Dünya da olup bitenleri, hangi kıskacın içine sıkıştırıldıklarını biliyorlar.
Günlük okunan gazete oranı, ülkenin kitap tüketme ve kültürel miraslara saygı yüzdesi senin aklını durdurur.
Senin 77 milyonluk ülkendeki tiyatro, opera, bale, senfoni, sergi salonların kadar salonları var.
Yoksulluk ve işsizliğe karşın kütüphaneler ve tüm sanat mekânları dolu.
Sen sanatçına yapılan düşmanlığa ve sanat alanlarına faşist dayatmalara tıss bile diyemezken, orada sanatçılar komünist ve sosyalist partilerde örgütlü.

“CEHALET”İN KRİTERLERİ

Orhan Aydın’ın, alıntılar yaptığım ilk yazısından sonra aldığı “halk düşmanı” tavır çokça kez yüzüne çaprılmış sanırım. Çünkü kendisi, ilk yazısından bir hafta sonra “Halk düşmanı...” başlıklı bir yazı(2) yazarak bu eleştirilere “yanıt” vermeye çalışmış.

Orhan Aydın, ikinci yazısında da “ne kadar cahil” olduğumuzu yüzümüze vurmaya devam etmiş. Orhan Aydın, “cehalet”imizi şu “pratik”lerle ispatlamaya çalışmış:

Harbiye Muhsin Ertuğrul yıkılıp betona esir edilirken yalnızdık, Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı dünyanın gözleri önünde yıkılırken yalnızdık, AKM için yıkım kararına direnirken yalnızdık, Fazıl Say’a yapılan düşmanlıkta yalnızdık, Ankara’da İstanbul’da salonlarımız satılırken, yıkılırken yalnızdık.
Sergi salonlarına saldırılırken, şiirler, öyküler, oyunlar yasaklanırken, filmlerimiz sansürlenirken, karikatürlerimize cezalar yağarken, kültürel varlıklarımız peşkeş çekilirken yalnızdık.
Gericilik 'bunlar bir avuç, çığırtkan sanatçı müsveddesi' diyerek, meclis kürsüsünden, meydanlardan, gazete ve televizyon ekranlarından adlarımızı sıralayarak bizleri hedefe koyduğunda da yalnızdık.
Haziran Direnişi sonrası, 'Halk düşmanları, Vatan hainleri' diye listeler yayınlandı.
Talana, yalana, adaletsizliğe, hırsızlığa ve katliamları karşı çıkan tüm sanatçılar karalandık.
Sustunuz.

AYDIN SORUMLULUĞU, HALK DÜŞMANLIĞI VE LENİNİST ÖNCÜLÜK

Öncelikle belirtmeliyim ki Orhan Aydın’ın “cahillik” kriterleri, bir marksist-leninist öncünün siyaset yaparken temel belirleyen olarak önüne koyup başarısızlık gerekçesi olarak kabul edebileceği kriterler değildir.

Aydın ve leninist öncü, halkına karşı kendisini sorumlu hisseden, kendini halkından bağımsız görmeyen ve halkın içinde bulunduğu durumda kendinin de sorumluluğunun bilincinde olup buna göre hareket eden kişidir.

Orhan Aydın ise kendisini, gelişimini tastamam gerçekleştirmiş mükemmel odak; halkı ise kendisini anlamayan cahil sürüsü olarak gören bir tavırdadır. Bu yüzdendir ki ne “aydın” sıfatını hak etmektedir, ne de “marksist-leninist öncü” sıfatını hak etmektedir.

Haziran Direnişi, Türkiye tarihinin en kitlesel muhalefet hareketidir. Bu hareket, Türkiye’de kendisinden önceki bir siyasal çağı kapatmış, bambaşka bir siyasal çağı başlatmış ve Türkiye siyasetini alt üst ederek emekçi halkımız nezdinde kendini siyaset sahnesine etkin bir biçimde sokmuştur. Türkiye solunun bu dinamikle buluşarak bu dağınık bu dinamiğe odak oluşturmaya ve bu dinamiği büyüymeye çalışmasını “avuntu” olarak tanımlamak ise “saray solculuğu” ya da daha doğru ifadesiyle katışıksız halk düşmanlığıdır.

Çünkü bir aydın için, 77 milyonluk Türkiye ile 11 milyonluk Yunanistan’daki tiyatro sayılarının aynı olması bir utanç kaynağıdır. Bir aydın değil bu sebeple halkını suçlamak, bu durumu değiştirme sorumluluğunu yerine getirememe utancından insan içine çıkamaması lazım! Aydın denilen insan halkı okumuyor diye halkına saldırmaz, bu halkı nasıl daha aydıntabilirim diye kafa yorar!

YOL HARİTASI

Orhan Aydın’a enerjisini ve “birikim”ini doğru yola kanalize etmesi için yardımcı olabilirim. Örneğin yukarıda saydığı kültür-sanat saldırıları karşısında kendisini “yalnız bırakmakla” suçladığı halkın nasıl bir hayat sürdüğüne bakabilir. Ya da bu “cahil” halk; Kanarya’da, Tozkoparan’da, Balat’ta, Ayvansaray’da, Örnektep’de, Sulukule’de, Tarlabaşı’nda, Haliç’te, Yedikule’de, Fikirtepe’de başını sokacak damının derdine düşmüşken ne yaptığını kendisine sorabilir!  Hatta, “orada sanatçılar komünist ve sosyalist partilerde örgütlü” iken, aynaya bakarak Türkiye’de neden böyle olmadığının sebebini arayabilir!(3)

Bizimse başka dertlerimiz var. Biz, “yatıp kalkıp dünyada olan sokak hareketlerini konuşmaya” başlayacağız. Çünkü bizim, “Bizde pişsin tüm dünyaya düşsün” diye bir gayemiz var.

Bunu da nasıl yapacağımızı biliyoruz: Bu gayemizden dolayı “kendisini bir hüzün alan” kişileri ve odakları silip çöpe atarak!

Siz debelenmeye devam edin, YARIN BİZİMDİR!

(1)Orhan Aydın, “Haydi yapabiliriz...”, soL Haber Portalı, 3 Şubat 2015, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-aydin/haydi-yapabiliriz-106767 

(2)Orhan Aydın, “Halk düşmanı...”, soL Haber Portalı, 10 Şubat 2015, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-aydin/halk-dusmani-107325

(3)Hatta kendisine aynayı da ben tutayım: Soner Bahadır, “Haziran Direnişi ve sosyalist örgütlenme”, Serbest Atış, 27 Haziran 2014, http://serbestats.blogspot.com.tr/2014/06/haziran-direnisi-ve-sosyalist-orgutlenme.html

Soner Bahadır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder