HAZİRAN, yalnızca gericiliğe, zulme ve savaşa, kısaca
sermaye hakimiyetine karşıdır. HAZİRAN, bunlara karşı Haziran Direnişi
birikiminin meyvesi olan Taksim Komünü pratiği etrafında birlikteliğe
çağırıyor.
Küresel siyasette ve küresel siyasetin hakim güçlerinin
bölgemiz üzerindeki siyasetlerinde ciddi bir yeniden yapılanmanın içerisinden
geçiyoruz. Ülkemiz de bu yeniden yapılanmadan nasibini alıyor. Bu noktada
Haziran Direnişi ülkemizdeki en büyük muhalefet hattını oluşturuyor.
Haziran Direnişi böylesine büyük bir güç olmasına rağmen,
tek eksikliğinin örgütlü bir yapısının olmaması olduğu konusunda bugün bile
herkes hemfikirdir. Bazı örgütler aksini söylese de ya da aksi yönde hareket
etse de; Haziran Direnişi üzerine hemfikir olunacak bir diğer nokta da, belli
başlı siyasi ilkeler belirgin bir biçimde öne çıksa da hiçbir siyasal ideolojinin,
örgütün ya da toplumsal kesimin tek başına rengini çalamadığı ve hakimiyet
kuramadığıdır.
İşte Birleşik Haziran Hareketi(HAZİRAN), bu renkli, dinamik
ve dağınık muhalefete kendi örgütünü kurma çağrısı yaptı. Bu yüzdendir ki,
fiili eylemlilik günlerde Dünya gündemine oturan ve kendi toplumsal ve siyasi
kültürünü yaratan bu kitleler, bir araya gelerek ülke gündemine de geldiler.
Siyaset arenasına çıkalı kısa bir süre olmasına rağmen
HAZİRAN’a yöneltilen eleştiriler, HAZİRAN’ın ses getirmeye başladığını ve
amacına ulaşma yolunda emin adımlar attığını gösteriyor.
Sabah’ın AKP tetikçilerinden Engin Ardıç’ın AKP’nin HAZİRAN
korkularına tercüman olan yazılarıyla başlayan saldırılar, Halkların Demokratik
Partisi(HDP)’nin Kürt Siyaseti dışında kalan temsilcilerinden gelen “HAZİRAN,
HDP’ye karşı kurulan ve Kürt Siyaseti’ne düşman bir yapıdır” diye
özetleyebileceğimiz bir perdeden gelen söylemlerle devam etti. Konuyla ilgili
HAZİRAN’ın merkezindeki isimlerden yanıt geldiği için bu konuda bir yanıt
vermeyeceğim.
HAZİRAN’a yönelik eleştiri kervanına toplumun farklı bir
kesimini yansıtan, Haziran Direnişi’ne fiilen katılmış ve benim de arkadaşım
olan Türkiye Gençlik Birliği(TGB) İstanbul İl Başkan Yardımcısı Erkin Öncan da
katıldı.(1) Gelen eleştirilerin politik temellere dayanan ve dostane bir
içeriğe sahip olması bu yazıyı dikkate alınır hale getiriyor.
Taksim Komünü
pratiğine göre “birliktelik”
Erkin dostumun yazısı, klasik bir siyaset teorisi girizgahı
ile başlıyor. Erkin dostum daha sonra ilk sorusunu soruyor: “Birlik: Kime göre?
Neye göre?” Son derece yerinde olan bu soruyu sorarken Erkin dostum şu
ifadeleri kullanıyor: “Kime göre birlik? Sorusu kaçınılmaz olarak
‘kimin ideolojisinde birlik?’ şeklinde görülmektedir."
Erkin dostum,
yazısının başlığında doğru kavramı kullanarak “birliktelik” ifadesini
kullanmasına rağmen, Hareketimiz’e yönelik sorusunda yanlış bir kavram
kullanarak “birlik” kelimesini kullanmış. Erkin dostum nezdinde tüm merak
edenlere söyleyeyim ki HAZİRAN, bir “birlik” değil, “birliktelik”tir. Bu
noktadan hareketle söyleyebiliriz ki Erkin dostumun “Kimin ideolojisinde
birlik?” sorusu boşa düşmüştür. Çünkü birliktelikler bir ideoloji etrafında
değil, siyasal ilkeler etrafında yapılır. HAZİRAN’ın hangi ilkeler etrafında
toplandığı ise HAZİRAN Türkiye Meclisi 1. Toplantısı Kararları’nda duyurulmuştur.(2) Kısaca bu soruya yanıt vermek gerekirse HAZİRAN, Haziran
Direnişi’nin birikimi ve bu birikimin meyvesi olan Taksim Komünü pratiği
temelinde bir birlikteliğe çağırıyor.
“Mustafa Keser’in askeri”ni ne yapacağız?
Erkin dostum,
HAZİRAN’a omuz veren diğer örgütleri ve örgütsüz aydınları ve Haziran
Direnişi’nde barikatlarda direnen örgütsüz yurttaşları es geçerek HAZİRAN’ı
“HTKP ve ÖDP birlikteliği”ne indirgemiş. HAZİRAN’ın merkezindeki farklı siyasal
örgütlerden isimleri bu tür yaklaşımları kesinkez reddeden açıklamaları çokça
kez yaptığı için bu yaklaşımı reddettiğimizi net bir biçimde söyleyebiliriz. Bu
söylemimizin en temel göstergesi de hiçbir parti merkezinin ya da binasının
HAZİRAN için kullanılmamasıdır.
Erkin dostum bu
indirgemesinin ardından, HTKP ile ÖDP’nin birbiriyle dost ve eylem birlikteliği
olan partiler olduğunu belirterek “Neden
HTKP – ÖDP birlikteliği değil de, yeni bir yapı ihtiyacı duyuldu?” sorusunu
soruyor. Bu soruya da şu yanıtı veriyor:
“Cevabını biz verelim. Böyle bir yapıyı ihtiyaç olarak bu iki siyasi partinin
önüne koyan şey tam da yukarıda bahsettiğimiz, ‘yüzü sola dönük Atatürkçü,
aydınlanmacı, laik kitle’ ve bu kitleyi örgütleyebilmeye yönelik karşılaşılan
zorlukların üzerinden atlama çabası.”
Erkin dostum, bu
soru ve cevabının ardında yatan asıl niyetiyse şu siyasi tahlille ortaya
koyuyor: “Kaynağını burjuva demokratik
devrimlerinde bulduğumuz ‘laiklik’, sosyalist devrimcilerin ideolojisinde salt
bir sahiplenmenin ötesinde program olarak yeniden yazılır. Ancak kavramın adı laiklik değil, ‘elbette ki sekülerizm’ olur.
Laiklik diyememek, ya da denilse bile yeniden anlamlandırarak, ‘hala
sosyalistiz’ alt metninde ifade etmek, Mustafa Kemal deme zorunluluğu
korkusundandır.”
Çünkü Erkin
dostuma göre, “İsyanın ideolojik zemini,
talepleri, ‘Akp karşıtlığı’ karakterinde ideolojik olarak 2 noktayı işaret
ediyor : bağımsızlık ve laiklik. Bu iki kavramı, Haziran’da isyan eden
milyonların ellerindeki Türk bayrakları ve Mustafa Kemal posterleriyle, ‘Mustafa
Kemal’in askerleriyiz’ sloganıyla birleştirdiğimizde karşılaştığımız ideolojik
duruşun tek bir adı var : Atatürkçülük/Ulusalcılık.”
Erkin dostumun
yukarıdaki paragrafa yönelik dayanak noktası ise kendisinin, “Ancak unutulmamalıdır, bu topraklarda
Kemalizm demeden laiklik demek, milliyetçilik demeden anti-emperyalizmden
bahsetmek hatalıdır” analizi.
Popüler kavramlar
üzerinde siyasi tekel kurmaya çalışarak ve indirgemecilik yaparak yol almaya
çalışmak bir dönemler etkili olan bir yöntemdi. Ama Haziran Direnişi sonrası
Türkiye’de bunun pek etkili olma şansı kalmamıştır.
Haziran
Direnişi’ne katılan ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını atan ciddi bir
kitlenin olduğunu kabul etmemek, maddi gerçekliği inkardır ki bir sosyaliste bu
yakışmaz. Ama bu gerçekliği ortaya koyarken “Mustafa Keser’in askerleriyiz”
sloganı atan ve “Kimsenin askeri değiliz, halkız” duvar yazılarını yazan kitleyi
de görmezken gelmek, Haziran Direnişi’ne yarım bakmak ve sadece hortumunu
tutarak bir fili tarif etmeye kalkışmak olur.
Kemalizm ve yüzü sola
dönüklük
Erkin dostum, bahsettiğim yöntemle Haziran Direnişi üzerine
şöyle bir tarif yapıyor ve bize bir “kulis” bilgisi(!) aktarıyor: “Bu
ideolojik zeminde ayaklanan halkımızın elbette ki ‘yüzü sola dönüktür’, ancak
bu durumu meydana getiren şey Haziran İsyanının liberallerin kullandığı manada
bir ‘özgürlükçülük’ ten kaynaklanıyor olması değil, tam tersine konumlanış
açısından yüzü sola dönük olanın aslında Kemalizmin ta kendisi olduğu
gerçeğidir. Bu gerçek, Taksim Dayanışması toplantıları da dahil olmak üzere
örgütlü yapıların hepsi tarafından tespit edilmiş ve tartışılmıştır. Ancak
‘örgütsel hedefler’ ve kaygılar gereği bu durum, çoğu sol-sosyalist örgüt
tarafından ilan edilmeyen bir malum olarak kalmıştır.”
Bu anlatının iki
boyutundan biri olan Haziran Direnişi’nin Atatürkçü/Kemalist/Ulusalcı bir
direniş olarak nitelenmesinin geçersizliğini anlatmıştım. Geriye Kemalizmin
yüzünün sola dönüklüğü kalıyor.
Kemalizmin,
içinde solun benimsemek zorunda olduğu, hatta sola ait olan “Cumhuriyetçilik”,
“Devrimcilik”, “Halkçılık” ve “Laiklik” gibi değerleri içerdiği yadsınamaz bir
gerçektir. Kemalizme yönelik “yüzü sola dönük” tarifi yaptıran, Kemalistlerin
de yüzünün sola dönük olmasını sağlayan bu ilerici niteliklerdir.
Kemalizm – Sol
tartışmalarında en çok tartışılan başlık olan Devletçilik politikası ise,
benimsendiği dönemin Türkiyesinin kalkınması için ihtiyaç duyulan pratik bir
sistematik içermektedir. Kemalizmin benimsediği “mutedil devletçilik” ilkesi,
devletin ekonomide temel aktör olmasını değil devletin ekonomiye ufak
müdahalelerle ayar vermesini benimser. Bu durum, Kemalist Cumhuriyet’in kurucu
kadrolarından olan, Mustafa Kemal’in manevi kızı ve Türk Tarih Kurumu’nun
kurucularından Prof. Dr. Afet İnan’ın “Vatandaş İçin Medenî Bilgiler” kitabına
da yansımıştır.
Prof. Dr. Afet
İnan bahsi geçen kitabı, Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdıklarını birleştirerek
1930 yılında yazmıştır. Kitapta, Kemalist Devrim’in ekonomi programı hakkında
şu tanımlama yapılmaktadır: “Bizim
takibini muvafık gördüğümüz ‘mutedil devletçilik’ prensibi; bütün istihsal ve
tevzi vasıtalarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar dahilinde
tanzim etmek gayesini takip eden ve hususi ve ferdi, iktisadi teşebbüs ve
faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine müstenit Kollektivizm,
Komünizm gibi bir sistem değildir.”(3)
Aynı konuda bir
diğer önemli başvuru kaynağı ise Kemalist Devrim Programı’nın son halini aldığı
1935 CHP Programıdır. Programda, Kemalist Devrim’in ekonomi programı için bir
önceki paragrafta yaptığım tanımlama şu ifadelerle yapılıyor: “Hususi mesai ve faaliyeti esas tutmakla
beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi
mamuriyete eriştirmek için milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icab
ettirdiği işlerde bilhassa iktisadi sahada devleti fiilen alakadar etmek mühim
esaslarımızdandır. İktisadi işlerde devletin alakasını fiilen yapıcılık olduğu
kadar hususi teşebbüsleri teşvik ve yapılanları tanzim ve murakabe de demektir.”(4)
Geçmişimizdeki ilerici birikimi kapsayarak
daha da ileri gitmek
Peki, tüm bu
veriler ışığında Kemalist Cumhuriyet’e sırtımızı mı döneceğiz? Bu soruya evet
yanıtı vermek, coğrafi olarak Türkiye’de yaşadığını inkar etmektir. Kemalist
Cumhuriyet; 1839’da Tanzimat Fermanı ile başlayan 1876’da 1. Meşrutiyet ve
1908’de 2. Meşrutiyet ile devam eden bu toprakların ilerici ve aydınlanmacı
birikiminin yaşadığı en büyük sıçrama ve iktidara gelişidir.
Bugün yapılması
gereken bu mirasın ilerici değerlerini sahiplenerek o değerleri daha da ileriye
götürmek ve emekçilerin yönettiği cumhuriyeti kurmaktır. HAZİRAN da bugün bu
gerekliliğin çağrısını yapmaktadır.
(1)Erkin Öncan, “ ‘Haziran birlikteliği’ üzerine”, http://www.aydinlikgazete.com/politika/haziran-birlikteligi-uzerine-h61086.html
(2)HAZİRAN Türkiye Meclisi 1.Toplantısı Kararları, http://birlesikhaziranhareketi.org/turkiye-meclisinin-1-toplanti-kararlari/
(3)Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından
Atatürk, Remzi Kitabevi, 11. Baskı, 2008, Sayfa 318
(4)Adı geçen eser, Sayfa 319
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder