logo

20 Nisan 2012 Cuma

Gelecek gelecek mi?



7 tane gazetecilik öğrencisi bir kafede aynı masada. Çünkü çay bir lira, sigara da içiliyor hem burada. Sınavdan çıkmışlar; başarısız bir hocanın başarısız sınavı ve başarısız öğrencileri olarak. Sınavdan, havadan sudan muhabbet devam ediyor. Herkesin mezuniyetine az kalmış. Bölüm gazetecilik. Herkes biliyor ki sektör diplomaya bakmıyor, tecrübe asıl olan. Hatta önüne gelen gazeteci olabildiğini biliyor hepsi. Ama bu okulu yıllarca okuyanın işe giremediğini, iktisat, siyasal bilimler okuyanın birden gazeteci çıkıverdiğini, babası, dayısı olanın parası, işi olduğunu, mini etek giymenin, kalemini satmanın kariyer getirdiğini de biliyorlar okulda öğretilenin aksine. Hatta bir konferansta duymuşlar okula gelen Anadolu Ajansı Kemal Öztürk’ten bir öğrencinin sorusu üzerine, “İletişim fakültelerinin eğitimini yeterli bulmuyoruz. O yüzden kendi eğitimimizi veriyoruz.”
Tecrübe dedik ya. Sonra iş mevzusu açılıyor. Söylemeyi unuttuk, bu arkadaşların arkasında amca, dayı, baba yok. Başlıyorlar sohbete. Ne yapabiliriz? Dinlemeye başlayayım onların ağzından:

-          Ben x TV de işe girmeye çalışacağım. Fazla beklentim yok. Kendimi geçindireyim yeter.
-          Geçindirmek derken? Sen gazetecisin ne geçindirmesi!?
-          Kiramı ödeyeyim, soğan ekmek yiyeyim razıyım.
-          Kiranı ödersin de soğan ekmeği bilemem…
-          Sabah simit alırım, öğle yemeğini kanalda yerim…
-          Akşam yemeğini de verirler herhalde…
-          Orçun gibi elinde bir somun ekmekle dolaşırsın.
-          Kanala yakın bir ev tutarım. Yol param da olmaz.
-          Zaten dışarıda pek kalmazsın böyle giderse. Hiçbir masrafın kalmaz.
!!!
Dönelim fakülte bahçesine. Bu masadan üç arkadaş.
-          Yarın kanala gideceğim. Umarım alırlar işe.
-          … tv ye gideceğim ben de.
-          Oraya ben de girmek istiyorum.
-          400 milyon maaş bir de yemek kartı var çok iyi aslında.
-          Maaş artıyor mu?
-          Seneden seneye artar. Tabii seneye içeri alınmazsak.
!!!
Evet, bu sözler 20’li yaşların başında, size göre pırıl pırıl öğrencilerin. Bu arkadaşlar Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan(!) İstanbul Üniversitesi’nde okuyor. Derslerine çalışıyor, kitap okuyor, yazı yazıyor, fotoğraf çekiyor, düşünüyor…  Yani akademik eğitimden bekleyebileceğiniz her şeyi almışlar. Aslında sistemin istemediğini yapıyorlar, düşünüyorlar. Düşündükleri için yargılanıyorlar, yaftalanıyorlar, fişleniyorlar…  Bir diktatörlük içinde bilimle, siyasetle, toplumla, insanlarla uğraşıyorlar. En büyük zorluk da bu değil mi zaten? Mücadele ediyorlar kalemleriyle, sözleriyle. Korkmuyorlar ama endişeleniyorlar. Gelecek hayali kuramıyorlar. Her denediklerinde bir duvarla karşılaşıyorlar.

      İdealistler. Sırf idealleri uğruna doğruları söylemek uğruna her şeyi göze alıyorlar. Çünkü okulda en sevdikleri hocalar dürüstlüğü, basın etiğini öğretiyor.

                Gazetecinin halkın söyleyemediklerini söylemekle görevli olduğunu, kimsenin dile getiremediğini dile getirmesi gerektiğini, şu diktatörlük çağında en büyük görevin onlara düştüğünü biliyorlar. Bu yüzden siyasi baskı altında eğitimlerini devam ettiriyorlar.

                Ama bu çocuklar gerçek hayatı da öğrenmeye başlamışlar. Sadece işini yapanın yıllarca hapiste yattığını, karın tokluğuna bile çalışamayacaklarını, emeklerinin sömürüleceğini öğrenmişler. Öğrendikleri yetiyor umutlarını kırmaya. Ne kadar korusalar da umutlarını biliyorlar gerçekleri.

                Destek bekliyorlar. Her şeyi silen süpüren, vicdanı yok eden istemden korumak kendilerini tek umutları. Bu yüzden hala okuyorlar, araştırıyorlar, yazıyorlar, çiziyorlar… Korkmuyorlar dedim ya aslında tek korkuları var:

GELECEK, GELECEK Mİ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder