logo

20 Şubat 2016 Cumartesi

Çanlar Kimin İçin Çalıyor?*




Yukarıdaki kareler iyi bakınız ve sadece bedeninizle değil, düşüncelerinizde, vicdanınızla da o kareleri hissediniz. Bu kareler 9 Eylül’de dünya medyasının gündeminde yer alan Macar televizyon kanalı N1TV kanalı için çalışan Petra Lazslo’nun bir Alman meslektaşı Stephan Richter tarafından çekilen (RTL ve n-tv) polis barikatından kurtulup kaçmaya çalışan Suriyeli mültecilere çelme takma, tekme atma görüntüleri.

Stephan Richter’in twitter hesabından paylaştığı görüntüler yalnızca kendi ülkesinde değil tüm dünyada tepkiyle karşılandı. Tüm dünyada sürdürülen kampanya sonucu Lazslo’nun çalıştığı kanalın yöneticisi, Lazslo’nun mültecilere karşı “davranışı kabul edilemez” olarak nitelendirip kadın kameramanın işine son verildiğini açıkladı.” Tepkilerden dolayı Lazslo, “Ben çocuklara tekme atan kalpsiz, ırkçı kameraman değilim” diyerek özür diledi. Ayrıca Lazslo’nun açıklamasından anladığımız kadarıyla facebook hesabı üzerinden hem tehditler hem de destek almış.

Buraya kadar hikaye normal gibi (başkaları için, benim için hiç de değil). Ancak ilginç olan ve üzerinde durulmaya değer kısmı bu olayın ötesi.

Uluslararası Göç Örgütü’nün Ağustos ayında yayınladığı rapora göre; Başta Suriye olmak üzere pek çok insan savaş ve insan hakları ihlallerinden kaçarak daha iyi bir yaşam umuduyla Avrupa’ya kaçmaya çalışıyor. Ancak Avrupa’daki aşırı sağcı gruplar göçlere sıcak bakmıyor. Öyle ki Avrupa’da yabancı düşmanlığı zirvede. Almanya’nın başkenti Berlin’de iki aşırı sağcı Doğu Avrupalı göçmen bir anne ile iki oğlunu önce sözlü taciz ediyor, ardından çocukların üzerine idrarını yapıyor. Yine Almanya’nın başkenti Berlin yakınlarındaki Nauen’de göçmenlerin geçici olarak yerleştirileceği spor salonu kundaklanıyor. Fransa’da cami benzinle ateşe veriliyor. İsviçre’nin Bern kantonundaki Thun’da, “Leyla” adlı Makedonya kökenli bir Müslüman öğrenci başörtülü olduğu için eve gönderiliyor. Bunlar rapora geçen olaylardan bazıları.

Gazetecilik meslek öğretilerinden biri “gazeteci haber yapar, haber olmaz” dır. Ve bunu her gazeteci de bilir. Ayrıca gazetecinin tarafsızlığı ilkesi üzerinde de neredeyse herkes mutabıktır. Ve eminim ki kameraman Petra Lazslo’nun da bu öğreti ve ilkeyi bildiğine şüphe yoktur. Macaristan’da gazeteciler örgütlenmesi olarak Macar Gazeteciler Ulusal Birliği vardır ve bu birliğinde yayımlamış olduğu yaklaşık 11 sayfalık bir etik kodlar bildirgesi vardır. Her Macar gazeteci gibi Petra Lazslo’da bu etik kodlar bildirgesine uymayı taahhüt etmiştir.

Yukarıda söz ettiğim Uluslararası Af Örgütü’nün raporundaki tespitler, olayın Petra Lazslo’nun (Macaristan’daki aşırı sağcı Jobbik partisine yakın - ihtimal kendisi de aşırı sağcı olabilir, zaten medyada yer alan tüm haberlerde de böyle düşünülmesi istenmiş - TV kanalında çalışan biri olarak) eyleminin münferit olmadığını göstermektedir. Bu, göçlere karşı bir yabancı düşmanlığıdır (xenophopia), köktenciliktir (fundamentalism) ve tabii her türlüsüyle (yabanıl ve öğretilmiş) hoşgörüsüzlüktür.

“En korkunç hoşgörüsüzlük farklılığın ilk kurbanları olan yoksullarınkidir. Zenginler/egemenler arasında ırkçılık yoktur. Zenginler/egemenler olsa olsa ırkçılık öğretilerini üretmişlerdir; oysa yoksullar ırkçılığın çok daha tehlikeli olan uygulamasını üretirler.” Eco’nun bu tespiti tam da Lazslo’nun durumuna uymaktadır. En hüzünlü yazgılardan biri olan sürgüne uğramış insanlara benzer sosyal koşullardan olan birinin saldırısı.

Her ne kadar bu kavramlar 20. yüzyılda evrilen insanoğlu düşüncesinin bir sonucu olarak hoşgörülemezlik eşiğine takılsalar ve eleştirilseler/tepki gösterilseler de kabul edelim ki derinlerde hep vardır. Derinliğinin nedeni ne içinde yaşadığımız yüzyıl ne de bir önceki yüzyıldır. İsa, Musa, Muhammed çağlarında da, kavimler göçünde de, Avrupa’nın cadı avcılığı döneminde de, Yahudi karşıtlığında da bu kavramlar karşımıza çıkar.

Peki yabancı düşmanlığının, köktenciliğinin, hoşgörüsüzlüğün bir çaresi var mıdır? Eco şöyle yazar;“Entelektüeller yabanıl hoşgörüsüzlükle (ilkel dürtülere dayalı hoşgörüsüzlük) savaşamazlar, çünkü düşünceden yoksun katışıksız hayvanilik karşısında düşünce silahsız kalır. Ama öğretisel hoşgörüsüzlükle savaşıldığında fazla geçtir artık, çünkü hoşgörüsüzlük bir öğreti haline geldiğinde savaşmak için vakit çok geç demektir ve bu savaşı yapmak durumunda kalanlar, onun ilk kurbanı haline gelirler…yabanıl hoşgörüsüzlükle daha en baştan, en küçük yaşlardan başlayan sürekli bir eğitim aracılığıyla, bu hoşgörüsüzlük bir kitapta yazıya dökülmeden, fazlaca yoğun ve katı bir davranış kabuğu haline gelmeden savaşılmalıdır. ”

Eco kanımca haklıdır. Bu Avrupa’nın ve tüm dünyanın vermesi gereken bir savaştır. İstesek de istemesek de üçüncü dünya, gelişmiş ülkelerin bulunduğu coğrafyalara gönüllü ya da gönülsüz göç etmektedir, sürgün edilmektedir. Karşı karşıya kalınan sorun Paris Üniversitesine baş örtülü öğrencilerin alınıp alınmayacağı ya da Berlin’e/Roma’ya kaç cami yapılacağı değildir. Sorun şudur; gelecek yüzyıl içinde gelişmiş ülkeler çok daha fazla çok “ırklı” veya isterseniz “renkli” olacaktır. Hoşunuza gitse de gitmese de.

Hemingway’e başrahipken yaptığı konuşmaları esin kaynağı olan şair John Donne’nin dediği gibi "Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor."

* Amerikalı roman yazarı, gazeteci Ernest Hemingway’in, İspanyol İç Savaşı sırasında dağlarda faşistlere karşı savaşan gerilla güçleri arasında bulunan Amerikalı bir İspanyolca profesörü olan Robert Jordan'ın gözünden savaşın anlamsızlığını sorguladığı romanı

Adem Ayten

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder