Bir coğrafya düşünün, bedeni her ne kadar parmaklıkların ardında olsa
da ruhu tıpkı özgür bir kuş gibi denizlerin üzerinde dolaşan insan gibi…
Gözlerinde umut denen ve kimilerine göre adam kayırmadan, riyakârlıktan,
yalakalıktan ibaret olan fakat ona göre tertemiz Anadolu anasının pak alnı
kadar temiz yetiyi hiç kaybetmemiş… Elleri yalnızlığın kölesi olsa bile dili
hala bıkmadan memleket türküleri tutturabilen… İhaneti de, acıyı da sevdaları
da en dibine kadar yaşamış…
Evet düşünün çünkü bu topraklar üzerindeki insanların belli dönemlerde
ya kulakları sağırlaşır yada gözleri görmez nedense, üstüne bastıkları kara
toprağın feryadını…
Düşünmeye en çok ihtiyaç duyulan bilmem kaçıncı zamanlardan birinde
buluverdik kendimizi yine.
Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara alet olup dengesizce hareket edenlere
karşın, susmayı tercih edip konuşacak yarınları umutla bekleyenler de vardı bu
dönemde…
Zamanla topraklarımızda yaşamız ve acımasızca yargılananlardan ders
çıkardı susanlar, konuştukları her an toplumun büyü altına girmiş büyük bir
kısmının şimşeklerini üzerlerine çekeceklerinin farkındalığıyla…
Yargılanan dediysem o kelimedeki hukuk sihrine kapılmasın kimse… Belki de
yargısız infazdı Mustafa Kemaller, Nazım Hikmetler ve daha nicelerinin başına gelen…
Sanki hain ilan edilmemişmiydi sürgünde, Şam’da vatanını kurtarmak için
kirli dükkân köşelerinde canla başla çalışan Doktor Mustafa Elvan Cantekin,
Lütfi Müfit…
Sanki sonra kendimiz alkışlamadık mı otuz yıl önce ülkemizde idam
edilen üç fidanı?
Fakat bu sefer mekanizma iyi işliyor olacak ki gerçek vatanseverleri de
suç işleyenlerle aynı kalıba koyup yargılamakta… Belki de otuz yıl sonra alkış
almamaları için, isimlerine türküler yazılmasın diye…
Toplum olarak geçmişte gördüklerimizin çivi gibi tepemize ne zaman
çakılacağını merak ettiysek de bu merak içindeyken kafamızdaki çivileri
görememiş olduk… Bizi biz yapan değerlerden saptırılıp birbirimize dşürülmek
istendik. Oyunlara geldik aldatıldık.
Tüm bunlardan ilerdeki aydınlık geleceklerin hep birere ders
çıkarabileceğini düşündük, olmadı. Şimdi tekrar coğrafyamızda açılan satranç
tahtasında bize tek seçenek sunuldu, oda piyon olmak…
Yine bu zamanlarda her ne kadar piyon oldurulmaya çalışılsak bile
kilidin anahtarının bizde olduğunu bilerek ülkemizin çıkarlarını yerler altına
aldırmamalıyız.
Ya herşeyi unutup tekrar tahtaya çıkacağız, ya da geçmişimize bakıp,
bize karşı oynanan tüm oyunlardan sıyrılıp tahtayı bize bunu yapanların
kafasına geçiren tarafta olacağız…
Adil Can KAVCAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder