logo

28 Kasım 2012 Çarşamba

DEDEM: İKİ BOSTAN


9 yıl 15 gün sonra annemin babasından sonra babamın babasını da yine bir Kasım günü kaybettik. Birinin ölümü Ramazan’a diğerininki Muharremin onuna denk düştü. İlkinin acısı ne kadar büyük olduysa ikincisinin ölümü O'nu daha da derinleştirdi. Derinleşen bu acı bende onların hikayesini yazma fikrini geliştirdi. Vefat haberini ilk aldığım andan itibaren yazının taslağı da zihnimde belirdi ve sonraki birkaç gün içinde de olgunlaştı.

Anadolu’da ve hatta dünyanın birçok mahalinde yaşanmış tarihin yazılmamış kısmında kalan benzer öykülerin varlığından eminim. Yine de bu öykü dedelerimin öyküsü olması dolayısıyla benim için özel.

Emin olamamakla birlikte 1929 Buhranı'nın tüm dünyayı vurduğu, sıkıntıları daha da derinleştirdiği, yaşadıkları coğrafyanın Fransız yönetimi altında olduğu bir zamanda iki komşu köyün çocukları olarak dünyaya geldiler. Birinin ailesi dedesinin Osmanlı bürokratı olması dolayısıyla Büyük Cihan Savaşı öncesi Sancak’ta görevlendirilmesiyle yerleşmişti Sancak’a. Diğerinin dedesi ise babalarından kalan mirası paylaşamayan kardeşlerin her birinin bir yakın mahalle dağılmasıyla. Mutat olduğu üzere nüfusa geç kaydettirildiler. Erkek çocuklarının askere geç göndermek amaçlı yaygın bir uygulamaydı.  Dolayısıyla asla ne kendilerinin ne de bizlerin doğru doğum tarihlerini bilmesi mümkün oldu. Hangisi küçüktü hangisi büyüktü onu da bilmek söz konusu değil. Ancak baba tarafımdan dedemin bayramlarda anne tarafımdan dedemin yanına bayramlaşmaya gitmesinden babamın babasının annemin babasından küçük olduğu düşüncesini doğuruyor bende.

Kaderin bir oyunu mu yoksa planlı mıydı bilemiyorum babaları çocuklarına yörede türbesi bulunan eren Beyazıt Bestami’nin etkisiyle yaygın bir isim olan Bestami ismini verdiler. Yerel şiveyle Bostan. İki Bostan doğduklarında akrabalar mıydı bundan söz ettikleri duyulmuş değil. Ancak 1929 – 30 İskenderun’unda ki nüfus düşünüldüğünde kuvvetle muhtemel akrabaydılar. Aralarında bir akrabalık olmasa da çocuklarının evliliğinden önce aralarında bir akrabalık tesis olmuştu.

Oyun arkadaşı değil ama çoban arkadaşlıklarının, hasat arkadaşlıklarının olduğu muhakkak. Asla aralarındaki ilişkinin ne boyutta olduğunu bizlere göstermedikleri için birbirlerini severler miydi, bilemiyorum. Ancak aklımın erdiği günden hayattan göçtükleri zamana kadar birbirlerini kırıcı bir tek söz söylediklerini duymadım. Hatırladığım kadarıyla çocuklarının evliliğinden de hep mesuttular.

17’lerine bastıklarında babaları kendilerinden 2 yaş küçük Ayşeler ile evlendirdi onları. Kaderin cilvesi ya aynı ismi taşıyan iki erkek aynı ismi taşıyan iki kadınla evleniyorlar.  Severek mi evlendiler diye sorarsanız o günün koşullarında evliliklerinin büyüklerin anlaşmasıyla tesis edildiği kuvvetle muhtemel. Her ikisi de 7 kardeşti, ikisinin de 7 çocuğu oldu; 4 erkek 3 kız. Biri evlat acısını genç yaşta ölen oğluyla öteki torun acısını yaşadı.

Fransız yönetimi altında geçen çocukluk dönemlerinde Fransız askerlerinin yerli halka yaptıkları zulmü asla unutmadılar. Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sevinçle karşıladılar. Babaları da Sancak’ta yaşayan her Türk ailesi gibi bağımsızlık sürecinde ciddi rol üstlendiler. Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve anavatana katılma sürecinde ilerlemiş hastalığına rağmen ciddi mücadele veren Mustafa kemal Atatürk’ü çocuk yakından görme fırsatını oldular. Sarışın mavi gözlü adam anılarında hep canlı kaldı. Birini öyle etkiledi ki sarışın mavi gözlü adamdan, muhtemelen çocuğun sarışınlığı ve mavi/yeşil gözlerinin etkisiyle ilk doğan ve erkek olan çocuğuna Kemal adını verdi.

10’lu yaşları ikinci dünya savaşı yıllarına denk düştü. Artık her şeyi daha iyi kavrayabiliyorlardı. O yılların karaborsa, kıtlık, yokluğunu hiç unutamadılar. Savaş sonrası dönemde birinin ailesi küçük bir burjuva ailesi olma yolunda ilk adımlarını atarken diğerinin ailesi köy hayatına 70’lere kadar devam etti.  

Akıp geçen zaman içinde çocukları büyüdüler, 70’lerin ortalarından itibaren büyüyen çocuklar teker teker evlenmeye başladılar.  70’li yılların sonunda 50 yaşına bastı basacakken ilk torunlarının dünyaya göz açtıklarına şahit oldular. Torunların sayısı 80’lerde, 90’larda arttı. Derken torunları artık üniversite mezunu olurken 70’lerine basıyorlardı. Ve bu iki adaşdan kuvvetli olasılıkla büyük olanı için 70’li yaşların başı son duraktı. Diğeri için bir 10 yıl daha vardı.  

Biri 70’lerinin başında Ayşe’sini bu dünyada yalnız bırakırken diğeri 80’lerinin başında bıraktı. İlk yalnız kalan Ayşe kocasının asla kabullenemedi. Diğeri ise bunamış haliyle dahi kocasının kendisini yalnız bırakıp gittiğini hissetti. Gözyaşları birbirine karışan iki torununa dudaklarından çıkan “Baba gitti” sözleri eşlik etti.

Yaklaşık aynı boyda olan iki adaşdan biri esmerdi, diğerinin aileden gelen bir sarışınlığı vardı. Esmer olan daha iriyarı görünürdü. Gençliğinde çok da yakışıklı olduğu söylenemez lakin yaşlanmayla birlikte güzelleştiği görülür. Diğeri sarışınlığın verdiği yakışıklılığa sahipti hep. Bir ne kadar konuşmayı, insanlarla kaynaşmayı severse öteki o kadar az konuşurdu. Her ikisi de yalnızlığı, yitikliği severdi. İkisi de kendisiyle kavgalıydı, daha doğrusu benlikleriyle mücadele halindeydiler hep. Her ikisi de gençliklerinde asabiydi. Torunlarla birlikte yumuşadılar, ayrı bir düşkün oldular. Hatta sevgileri öyle güçlüydü ki sigarayı bıraktırdı ikisine de. Asla söylemeseler de torunlarıyla duydukları gurur gözlerinin ışıltısında okunurdu. Birinin torunları dışında bir şeye bağlılığı ya da düşkünlüğü görülmemişken, diğeri 20’li yaşlarının başında tanıdığı İstanbul’a hep aşık kaldı. İstanbul aşkı babasından kalan asla vazgeçemediği toprakların sevdasına karıştı.  

Birbirine zıt bu iki karakter dedelerimdi. İtiraf etmem gerekir ki birini diğerinden çok severdim. Sevmediğim olanın beni ve kardeşlerimi diğer torunlarını kadar sevmediğini düşündüğüm için ona karşı sevgim biraz daha azdı. 2005 ya da 2006 yılında aramızda geçen bir konuşmada geçmiş için bu düşüncemi doğrulayan imalarda bulunmuştu. İtirafıyla erdemli bir insan olduğunu göstermiş, bizlere aslında büyüdükçe ne kadar düşkün hale geldiğini anlamıştım.

Ömürleri yaklaşık cumhuriyet kadar olan bu iki adam ülkenin geçtiği her cendereden geçti. Doğdukları tarihte elektrik bile hayalken ölümlerinde teknolojisinin şaşkınlığını çoktan aşmışlardı.

Hep biz torunları için ihtiyar olan iki adam yattığınız huzur için yatınız. Her daim biriniz anıldığında ötekiniz de kalplerimizde hatırlanacak. Her işinizde olduğu gibi ölümünüzü de çaktırmadınız ya, helal olsun.   

Adem Ayten

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder