Geçirdiğim 3 gün bu sözün ne kadar doğru olduğunu
anlamama yardımcı oldu.
Üniversitemizin Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
hocalarından Prof. Dr. Seda Görpe ve Gazetecilik Bölümü hocalarından Blogumuz
yazarı Dr. Adem Ayten’in verdiği görevle 10. Yeni Binyılda İletişim Sempozyumu(10th
Communication In The Millenium - CIM)’nun organizasyonunda yaklaşık 10 arkadaş
görev aldık. Sempozyumda, Blogumuzun değerli yazarları Merve Çoban, Gökhan
Çelik ve Mevlüt Kaynar ile birlikte fotoğrafçı olarak çalıştık. Hocalarımız ve
bütün çalışma ekibi arkadaşlarımız da aynı fikirde, bu organizasyonu alnımızın
akıyla geçirdik.
Üniversitemizin Rektörlük Binası’na yer alan doktora
salonlarında 24-26 Mayıs 2012 tarihleri arasında gerçekleşen ve 100’ün üzerinde
dünyaca ünlü akademisyenlerin katıldığı sempozyum hepimiz için bir çok alanda
çok önemli bir tecrübe oldu. O güne kadar adlarını yalnızca ders kitaplarındaki
kuramlarıyla duyduğumuz bu akademisyenler artık bizim için zamanında misafir
ettiğimiz ve özel anılarımızın olduğu insanlar haline geldi.
Örneğin; James
Madison Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Frank Kalupa,
benim için artık yalnızca önemli bir akademisyen değil; öğrencileriyle birlikte
Rektörlük binamızdan İBB Saraçhane Binası’na kadar eşlik ve rehberlik ettiğim,
İstanbul Üniversitesi Baltalimanı Sosyal Tesisleri’nde karşılıklı göbek
attığım, öğrencilerine bildiğim kadarıyla göbek atmayı öğrettiğim birisi.
Hakeza, Bükreş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mircea Constantinescu, bir
kahve molası sırasında yanıma gelip kuzenine benzediğimi söyleyip birlikte bir
fotoğraf çekilmeyi rica etti. Sayın Constatinescu ile birlikte bir fotoğraf
çekildik. Kendisi o saniyeden itibaren benim manevi dayımdır.
Bu güzel anılar uzar gider...
Güzel anılarla dolu ve alnımızın akıyla çıktığımız bu
sempozyumda benim için çok önemli bir eksik vardı. O da yabancı dilimin
yetersiz olmasıydı. Sempozyum baştan sona İngilizceydi. Bu yüzden sempozyumun
hem akademik hem de sosyal boyutundan son derece kısıtlı boyutlarda
faydalanabilmiştim. Öğrencileriyle birlikte İBB’ye götürdüğüm Prof. Dr. Kalupa,
benimle iletişim kurmaya ve sohbet etmeye çalışıyordu. Aslına bakılırsa bunu
ben de istiyordum. Yolculuğumuzun başlangıcında bana sorular soruyor, bir
sohbet yaratmaya çalışıyordu. Ama benim son derece kısıtlı yabancı dilimin
sınırlarına hapsoluyordu. İkimizin de istediği sohbet, tam anlamıyla
gerçekleşemiyordu yani. Benim İngilizcem ne kadarsa o kadar iletişim... Hakeza,
manevi dayım hissettiğim Prof. Dr. Constantinescu ile “iki lafın belini”
kıramadım.
O 3 gün bana çok ciddi ders oldu. Eğer halkların
kardeşliği tesis edilecekse, bütün dünya işçileri birleşecekse ve enternasyonal(uluslarası
dayanışma) ile kurtulacaksa insanlık; yabancı dil öğrenmek şart!
Soner Bahadır
Ya boşa demememiş adamın biri "Bir dil bir insan diye" :))
YanıtlaSil