Hükümet, Afganistan’da NATO
emrinde tatbikat yaparken 12 askerin hayatını kaybetmesini “güçlü devlet
olmanın bedeli” olarak tanımladı. Peki, güçlü devlet kimler tarafından nasıl
kurulur? Güçlü devlet olmanın göstergeleri nelerdir? En önemlisi, “güçlü devlet
olmanın bedelini kimler öder?”
16 Mart Cuma günü Türk Silahlı
Kuvvetleri ekiplerinin Afganistan’da NATO’nun Uluslarası Güvenlik Destek
Gücü(ISAF)’nün görevlendirmesiyle askeri tatbikat yaparken, görev bölgesi olan
Kabil Bölge Komutanlığı’nın 5 km güneyinde teknik bir arıza sonucu helikopterin
düşmesiyle 12 asker hayatını kaybetti.
Konuyla ilgili olarak 19 Mart
Pazartesi günü AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “ ‘Efendim
bizim orada ne milli menfaatimiz var?’ şeklindeki bir sorgulamayı muhalefet
yapabilir. Buna saygı duyarım ama AKP kesinlikle bu düşüncede değildir. Biz
artık bir dünya ülkesiyiz. Kendi içine kapanan, kendi kabuklarının içine
sıkışan bir ülke değiliz. Dünyanın 16. büyük ekonomisiyiz. G-20’ler
arasındayız. Dünyadaki siyasi gelişmelerde de Türkiye’nin adı var, izi var.
Sadece yönlendirilen, yönetilen bir ülke değiliz. Yöneten ve yönlendiren
iradede bizim de sözümüz var. Dolayısıyla bu konumda olduğunuz zaman bunun bir
bedeli var. Bu bedeli de vermek zorundasınız. Türkiye’nin şu andaki konumu
budur” açıklamasında bulundu.
Aynı gün konuşan Başbakan
Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç ise benzer ifadeleri kullanarak
şunları söyledi: ”Biz tek başımıza,
Robinson gibi adada yalnız yaşayan bir devlet değiliz. Yükümlülüklerimiz var,
sözleşmelerimiz var, üzerimize düşen görevler var ve bu görevleri de
askerlerimiz, bazen de polislerimiz yerine getirebiliyor.”
Tartışmaya, ertesi gün
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da şu sözlerle katıldı: “ ‘Afganistan’da, Solmali’de, Bosna’da, Kosova’da, Lübnan’da Türk
askerinin ne işi var?’ diyenler, bunu sorgulayanlar; Sivas’ın ötesine, ufukları
İstanbul’un ötesine geçmeyenlerdir. Bu ülkenin tarihini okumuş olan herkes,
bizim yurtdışındaki askeri varlığımızdan gurur duymalıdır. Büyük iddialarınız
olursa büyük ülke olursunuz. Küçük iddialarla büyük ülke olunmaz. Türkiye’de siyaset yapan ya da kenarda
köşede bir şeyler yazanlar bir butik devlet mi istiyorlar? Türkiye bir butik
devlet değildir. Güçlü bir devlettir. Birilerinin söylediği veya kendine göre
oluşturduğu rol haritasına Türkiye Cumhuriyeti uymaz. Biz olması gereken neyse
onu yaparız. Atılması gereken adım neyse bu adımları atarız. Hiçbir zaman küçük
düşünmeyiz. Büyük düşünmeye mecburuz.”
Açıklamaları inceleyebilmek
için öncelikle yazımın ilk paragrafındaki 3 soruyu yanıtlamamız gerekiyor:
1)Güçlü devlet, kimler
tarafından nasıl kurulur: Güçlü devletler, güçlü siyasetçiler tarafından
kurulur. Tarih boyunca devletlerin güçlü devlet statülerine girişlerinde Cengiz
Han, Kanuni Sultan Süleyman, Napoleon Bonaparte, Lenin, Mustafa Kemal Atatürk,
Adolf Hitler gibi son derece güçlü, “karizmatik lider”lerin(1) önderliğini veya
kurucu iradelerini görüyoruz. Bu devletlerin kuruluş biçimleri insanlık
tarihinin başından küreselleşme dönemine kadar askeri temelli olduğunu,
küreselleşmeyle birlikte güçlü devlet olmanın ekonomik temelli olduğunu
görüyoruz.
2)Güçlü devlet olmanın
göstergeleri nelerdir: Yukarıdaki sorunun “nasıl?” kısmından da anlaşılacağı
üzere, bugün güçlü devlet olmanın göstergesi güçlü bir ekonomiye sahip
olmaktır.
3)Güçlü devlet olmanın
bedelini kimler öder: İlk soruda örnek verdiğim güçlü siyasetçilerin siyasi
hayatlarına bakarsak güçlü devletlerde bedeli güçlü siyasetçiler ödemiştir.
Askeri güce dayalı başarılarla güçlü devletler oluşturmuş bu liderler askeri
mücadelelerde cephelerde yer almıştır ve birçoğunun savaş meydanlarında
yaraları vardır.
Bu sorular ve bu cevaplar
ışığında soralım: Türkiye, güçlü bir devlet midir? Güçlü devlet olmanın iki
kriteri vardır: 1)Güçlü ekonomi 2)Güçlü askeriye. Hüseyin Çelik, Türkiye’nin
güçlü ekonomiye sahip güçlü bir devlet olduğu tezini ortaya atarken Recep
Tayyip Erdoğan da askeri gücü yüksek bir güçlü devlet olduğumuz iddiasında.
Peki durum gerçekten öyle mi?
Hüseyin Çelik’in ekonomik referansları son derece parlak ve iddialı: “Dünyanın 16. büyük ekonomisiyiz. G-20’ler
arasındayız.” Sayın Çelik yalan söylemiyor. Yalnız Sayın Çelik’in atladığı
nokta şu ki bu “başarılı” verilerin oluşmasını sağlayan kaynaklar yerli
kaynaklar değildir. Yani bu “başarı” bizim değil. Ekonomisindeki paranın kabaca
2/3’ü yabancı sermaye olan bir ülkenin ekonomik durumundan gurur duymaya ya
yerinmeye hakkı yoktur. Çünkü üzerine söz söyleyecek kadar bu ekonomiye hakim
değildir. Yarın bir sorunla karşılaşılsa ve bu yabancı sermaye kendini geri
çekse bugünkü ülke ekonomisi 1/3 boyutuna inecek. Böyle bir duruma hükümet
acaba nasıl bir cevap verirdi?
Gelelim Başbakan’ın askeri
dayanaklı güçlü devlet olduğumuz iddiasına: Yazının geri kalanında, güçlü
devlet olmanın askeri ve ekonomik olmak üzere iki kriteri olduğunu fakat esas
kriterin ekonomi olduğunu söylemiştim. Ekonomik durum, önceki paragrafta
anlattığım gibi olunca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Afganistan’da, Solmali’de, Bosna’da, Kosova’da, Lübnan’da” diye
saymaya başladığı ve Hüseyin Çelik’ten edindiğimiz bilgiye göre 28 ülkeye
yayılan askeri varlığımız pek bir anlam ifade etmiyor. Çünkü 28 ülkedeki askeri
varlığımız NATO çatısı altında ve NATO’nun karar verici merciilerinde
ülkemizden tek bir asker dahi yoktur. Bu şartlar altında nasıl oluyor da “yöneten yönlendiren iradede sözümüz var”
oluyor anlayabilmiş değilim... (28 ülkede kimlerin yanında ne amaçla olduğumuz
konusuna hiç girmiyorum...)
Yazının geri kalanında “güçlü
devletlerin bedeli güçlü siyasetçiler öder” demiştim. Peki Türkiye’de durum
böyle midir? 12 askerin hayatını yitirmesini “güçlü devlet olmanın bedeli”
olarak tanımlayan bir iktidarın olduğu ülkede böyle birşeyden söz etmek mümkün
değil. Peki siyasetçilerin bedel ödemediği bir güçlü devlet olabilir mi?
Tarihte böyle bir örnek bulan olursa lütfen bana da bildirsin...
(1)Emre Kongar, Devrim Tarihi
ve Toplumbilim Açısından Atatürk, sayfa 129, 11. Baskı, Ocak 2008, Remzi
Kitabevi, İstanbul
Soner Bahadır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder