EVİMİN ARANMASI FASLI DA ÖNEMLİ VE DİKKAT ÇEKİCİYDİ.
Bir de otuz yıllık gazetecilik ajandalarımı aldılar. 40-50 ajandadan iddianameye koyacak tek satır "suç" bulamadıkları görülüyor,
*** *** ***
SAVCILIKTAKİ İFADEMDE ÖNEMLİ BİR AYRINTI DAHA VAR.
Sayın Öz hakkında dava açtığımı, Yargıtşy'ın beni haklı bulduğunu belirtmiştim. Davamız İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam ediyordu. Son olarak 1 Mart 2011 de bir duruşma yapılmıştı. O güne kadar olan duruşmaların hiçbirine ne davalım, ne de avukatları katıldı. Hakimin ısrarla talep ettiği savunmaya dahi cevap verilmedi. Ve bu duruşmadan iki gün sonra 3 Mart 2011 de Sayın Öz'ün talimatı ile göz altına alındım. Tabii davalı olduğumuz hemen basına yansıdı.
Avukatımla ifade vermek üzere Sayın Öz'ün makamına girdiğimde, daha oturmadan ilk sözü; "Hakkımda dava-açtığından haberim yok" oldu. Bir yıldır devam eden bir davadan haberi olmaması mümkün müydü? Savunma psikolojisine girdiği belliydi! Hemen ardından, "Herhalde bana ifade vermek istemezsiniz" dedi. Vermek istediğimi söyledim.
İfade tutanağını yazdırmaya, "Örgüt kurucusu" olarak başla- dı. Tümü polisler tarafından hazırlanan (zira bir gece önce polisler ifademi almak istemiş, ben de susma hakkımı kullanıp, cevap vermemiştim) soruları sırasıyla sordu, ben de tüm açıklığı ile cevapladım.
İfadeyi vermem, Sayın Öz'ün benimle ilgili peşin hükmünde önemli bir değişikliğe (!) yol açtı. "Örgüt kuruculuğundan", "Örgüt üyeliğine" tenzil-i rütbem gerçekleşti!..
Bu da önemli; bir buçuk, iki saatte 50-60 soru ile insan hayatı ve özgürlüğü hakkında ne kadar kolay karar verilebiliyormuş, onu gördük.
Korku filmimiz bitmedi; Sayın Öz'ün yönelttiği ilk yedi soru kendisi hakkında dava açmama sebep olan 2007 yılına ait telefon konuşmalarına ilişkindi. Odatv soruşturması ne zaman başlamış? Mart 2010 da... 2007'ye ait üstelik de "hasım" olmamıza yol açmış o telefon konuşmalarının burada ne işi vardı?
Sayın Öz, polislerin hazırladığı listeden tek farklı soru sordu. O da Halk Tv'nin satışına ilişkindi. Böyle bir olaydan gazeteler yazdıktan sonra haberdar olduğumu, hatta çok da anlamadığım için detayını Sayın Deniz Baykal'a sorduğumu söyledim ki, zaten bu süreçte Odatv de yazmıyordum. Acaba iddia makamı, iddianamede bu soru ve verdiğim cevaba neden yer vermedi?
Oysa o sözde "talimatlara" göre ben, "Baykal sevdalısı" idim ve bu durumunda "Odatv'nin yayın politikasına" uymuyordu. Başlıbaşına şu iki cümlede tutarsızlık yok mu? "Baykal sevdamın örgütü rahatsız ettiği" söylenmiş oluyor ki; o halde ben bu "örgütte" nasıl yer alıyorum?
Öte yandan eğer "Baykal sevdam" doğru ise - ki Sayın Baykal'ın aile dostumuz olduğunu Sayın Öz'e söyledim. "Örgüt lideri" Sayın Soner Yalçın, Halk Tv görüşmelerinde acaba "örgüt üyesi" benden neden istifade etmeyi düşünmemiş, bu konuda herhangi bir talepte bulunmamış?
Veya Sayın Soner Yalçın (CHP İletişim Koordinatörü Baki Özilhan'a yazıldığı söylenen, Halk Tv de çalıştıracağı isimlere ilişkin) mektubunda "örgütün" benim gibi "önemli" bir "üyesinin" adına neden yer vermemiş? Böyle gizli "talimatlar" veriyor, beni yönetip yönlendiriyor, ama HalkTv de çalıştırmayı düşünmüyor!..
Demek ki, "kötü bir militanım"!..
*** *** ***
İMRALI'NIN HOPARLÖRÜ KİM?
Abdullah Öcalan'ın avukatlarından Mehdi Öztüzün ile görüştüğümü ne Soner Yalçın, ne Barış Pehlivan, ne de Barış Terkoğlu biliyordu. Ama beni izleyen ve dinleyenlerin bildiği ortada. Senaryolarına "uygun talimatlarını" da bu sayede hazırlamışlar.
Öztüzün'ü nasıl tanıdığımı, neden görüştüğümü Savcı Öz'e anlattım. Sağolsunlar bari burada cevabı yansıtmışlar. Kafamdaki soru ve buna ilişkin hazırlamayı düşündüğüm haber Öcalan'ın haftalık "basın" toplantılarının anında nasıl dışarıya yansıdığı, daha önemlisi konuşma özürlü bu zatın o açıklamalarının kim tarafından redakte edildiğiydi. Zira daha önceki yıllarda sızan tutanaklarıyla kıyasladığımda, bu konuşmaların tümünün yansımadığını, bazı bölümlerinin görülmediğini, tabiri caizse sansürlendiğini, bazı bölümlerinin de yeniden düzenlendiği tespit etmiştim.
Taslak yazımın başlığı da belliydi: "Öcalan'ın redaktörü kim?" (Bilgisayarımı inceleyen polislerin görmüş olması lazım. Görme- mişlerse adli emanetteki imajdan harddiskten bulunabilir.) Ama o günlerde Sayın Başbakan, MHP liderine "Siz Kandil'in hoparlörü müsünüz?" deyince, ikinci başlık olarak "İmralı'nın Hoperlörü Kim'" olarak belirlemiştim. Bugün sızan kasetler tam da düşündüğüm ve kuşkulandığım bir mekanizmanın kurulduğunu ispatlıyor. Baksanıza devletin görevlileri "postacılık" yapmış.
Mehdi Öztüzün telefonda bilgi veremeyeceğini söyledi. Benim de yüz yüze görüşmek için İstanbul veya Batman'a gitme imkânım olmadığından haber taslağı öyle kaldı. Zaten sonrasında da yazmayı bıraktığımdan bir daha görüşemedik.
Tabii Öztüzün isminin bir özelliği var. Öyle Öcalan'ın kelli, felli, etkili, yetkili avukatlarından biri değil. ClA'nın bölgedeki faaliyetlerini deşifre ettiği için ABD Adana Konsolusu'nun isteğiyle önce Batman Baro Başkanlığından, ardından DTP Batman İl Başkanlığından alınmış biri. Ki onun yerine Batman Baro Başkanı yapılan kişi geçen yıl PKK'nın döşediği bir mayın patlamasında hayatını kaybetti. Mehdi Öztüzün'le son görüşmelerimden birinin konusu da tamamen bu olmuştur. "Kadere bak" diyecektim, ancak M. Öztüzün bu konuda da konuşmak istemeyince, haberi yapmadım.
Velev ki Öztüzün'le Öcalan'ın avukatı olarak görüştüm.
Suç mu?
Onlarca gazeteci, köşe yazarı Öcalan'ın mesajını taşıyan avukatlarla görüşüp bunu ballandıra ballandıra yazmadı mı, yazmıyor mu? Bırakın avukatlarını bizzat kendisiyle görüşüp, mesajlar götürüldüğü, getirildiği ortaya çıktı. Ne yani; kendisiyle görüşmek suç değil, avukatlarıyla görüşmek mi suç oluyor?
İddianamede aynı suçlamanın yer alması, sayın savcının benim anlattıklarımdan ikna olmadığını gösteriyor. Olabilir.
Diyelim ki çok "profeyoneliz", "gizliliğe" riayet ettik. O yüzden telefonlarımdan, iddianameye konabilecek tek satır çıkarılamadı. Doğrunun peşindeysek, hukuku uygulayacaksek yapılacak iş basitti: Mehdi Öztüzün'ün ifadesi alın irdi. Acaba bu neden yapılmadı? Yazılmış senaryonun bozulmasından mı korkuldu?
*** *** ***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder