Odatv'ye yöneltilen "katoloğ suçlardan" biri de bu. Bazı yorum ve haberlerimde benimde vurguoladığım bir iddia. Ama bunu söyleyen, yazan sadece biz değiliz ki!..
Keza aynı Fehmi Koru, Deniz Fenerei Operasyonun Alman istihbaratının bir komplosu olduğunu savunmuyor mu ?
Ve zaman gazetesi yazarı, eşi de geçen dönem AKP milletvekili olan İhsan Dağı 9 Ocak 2009'da NTV'de şunları söylemedi mi :
" Erenekon, adli, bir mesleğe değil. Ulusal- Uluslararası düzeyde stratejik tercihlere dayanıyor. Operasyonda, AKP iradesş belirleyici, hatta söz konusu bile değil... Uluslararsı dinamiklere NAktığımızda, NATO'nun, ABD'nin Obaya'nın seçilmesinin Türkiye'deki BAtı karşıtı, Avrasyacı, Rusya yanlısı yapılanmaların, çözülmesine ilişkin daha küresel bir şrade yarattığınıu düşünüyorum. Özelikle asker içersinde son yıllarda çok net biçimde ortaya çıkan ABD karşıtlığı hatta Türkiye'nin ABD - NATO emperyalizminden kurtulması gerektiği yönde eleştirel pozisyonlar var. Bu tespitler, küresel düzeyde de yapılıyor. ve bu noktada bu unsurların TSK'dan temizlenmesine yönelik küresel bir etkininde var olduğunu düşünüyorum."
*****
Erdoğan'ın ifadesi ile "Yahu mail göndermek nedir ki ?" ya da sözde "talimatlar" ... Ya da alçak komplo...
Bilgisayarımda bulunduğu öne sürülen, lakin kısmından ilk kez savcılıktaki ifadem sırasında sonra da iddianame ile haberdar olduğum bazı önemli detaylar var.
Odatv soruşturmasının Mart 2010'da başlatıldığı anlaşılıyor. Ben Odatv'de Haziran - Kasım 2010 arasında yazdım. Kaldı ki 12 Eylül referandumundan sonra yazılarım epey seyrekleşmişti.
Hafızam beni yanıltmıyor ise Eylül sonu, Ekim başı gibi eşime bir tanıdığından telefon geldi. Bu kişi iktidar nezdinde etkili, yetkili, "istihbaratları" ve yönlendirmesi de güçlü biriydi. Uzun bir aradan sonra görüştüğü eşime şunu soruyor: "Odatv'de yazan Müyesser Yıldız senin akraban mı?" Kızlık soyadımı kullanıyorum ya, belli ki emin değil. Eşim "Hayır akrabam değil, eşim olur. Malum hukuken karı koca akraba değildir" gibi esprili bir cevap veriyor. Bu kişi, "Çok sert yazıyor yahu, hiç freni yok" deyince eşim, "Onun işine karışmam, söylemek istediğin bir şey varsa kendisiyle görüş" diyor. Eşim bu görüşmeyi anlatınca, "Hayırdır inşallah herhalde bir mesaj veriyorlar" dedim, geçtim.
Ama bugün sürece toptan bakınca, birilerinin bir şeylerden haberdar olduğu, belki de bir şeylerin hazırlığını yaptığı anlaşılıyor.
Odatv'de yazmayı bırakmamın elbette bununla ilgisi yoktu. Babamı kaybettikten sonra hem bunun verdiği manevi çöküntü, hem Alzheimer olan annemin bakımının tüm zamanımı alması, hem de yazmanın artık benim için anlamını yitirmesi gibi etkenler rol oynadı.
****
TESADÜFLER SİLSİLESİNE DEVAM EDELİM...Sanıyorum Ocak ayı başı veya ortaları akşam sapasağlam bıraktığım bilgisayarımın sabah çöktüğünü gördüm. İki gün çalış- tıramadım. Eşim de Ankara dışındaydı, ancak o gelince bakıma götürdü. Görünürde hiçbir şey yoktu, basit bir temassızlık söz konusu idi. Oysa ben de bilgisayar mühendisliğinde okuyan oğlum da yapılabilecek her şeyi yapmıştık. Muhtemel ki, o "talimatlar" o günlerde yüklendi. Peki o günlerde ne vardı?
Sayın Savcı Zekeriya Öz'e açtığım dava devam ediyor. Zaman ve Sabah gazetelerine açtığım davalarda da Yargıtay kararı lehine çıkmış veya çıkmak üzereydi. Şubat ayı ortalarında Odatv operasyonu yapıldı. Soner Yalçın ve arkadaşları tutuklandı. Ortalık bu "talimat" virüsü iddialarıyla yıkıldı, tüm gazeteler yazdı.
Ben de okudum bu haberleri. Peki polis beni ne zaman aldı, 3 Mart'ta. Yani o "talimatlar" benim bilgisayarımda da var, 15 gün hiçbir şey yapmıyor, kuzu kuzu gelip, beni almalarını bekliyorum; düşünebiliyor musunuz?
Bunu savcılıktaki ifadem sırasında Sayın Zekeriya Öz'e de söylediğimde, "yok etseydiniz de biz yine bulurduk" dedi. Bunun üzerine ben de, "Evet biliyorum, silinenleri buluyorsunuz. İyi de bilgisayarı da mı kıramaz mıydım" karşılığını verdim. Bir şey söylemedi . Ve yine sorguda Sayın Öz'e "Velev ki, bunlar benim. Acaba bana hangi tarihte, hangi yolla gelmiş?" diye sordum. "Aşağıda, mahkemede öğrenirsiniz" dedi. Yani daha sorgu bitmeden mahkemeye sevk kararını almış. (İklim Ayfer Kaleli'nin savcılık sorgusunun ardından serbest bırakılması sebebiyle bu ayrıntıyı vurguluyorum.)
Hakim karşısına çıktığımda da aynı konuya temas edip, "Galiba bu örgütün en geri zekalı üyesi benim. 15 gün o belgeler bilgisayarımda tutuklanmayı bekledim" dedikten sonra Sayın Oz'e sorduğum soruyu, onun cevabını aktardım. "Öğrenebilir miyim, o (talimatlar) bana ne zaman, hangi yola gelmiş?" dedim. Hakim Bey dosyamı sayfa sayfa taradı ve buna ilişkin bir bilgi olmadığını söyledi.
Bu sorumun üzerinden şu an itibariyle 6,5 ay geçti. İddianamede bunun cevabı yine yok.
Savcıların görevi iddia edip bırakmak mıdır sadece? En temel konu bu iken, buna ilişkin bir teknik incelemenin yaptırılmamış olması ihmalden öte suç değil midir?
"Ben iddia ederim, aksini sen ispat et" demek hangi hukuk kitabında yazıyor? Ben, o talimatları görmediğimi, bana ait olmadığını söylüyorum. İddia makamı, "Hayır, senin" diyor. İddiasını ispatla mükellef olan kimdir?
Bu devlet, Devlet Bakanı Sayın Hayati Yazıcı adına ÖSYM Başkanına gönderilen mailin kaynağını bir haftada bulmadı mı? Başbakan sayın Sn. Erdoğan o tartışmalar sırasında CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu'na şunları söylemedi mi?
Neymiş, mail? Sen bu tür yapılmış olan iftiraya, ahlaksızlığa sığınırsan bu da senin seviyeni gösterir... (14 Mayıs 2011)
Yahu mail göndermek nedir ki? Senin adına bir çete mensubu çıkar, bir mail gönderir. Mail denilen olay bu. Kılıçdaroğlunun adına da gönderirler. Bu facebook falan bu tür sayfalar bunlar çirkin, berbat. Herkes adına buralardan her türlü ahlaksızlık yapılabilir... (12 Mayıs 2011)
- Senin eline ÖSYM ile ilgili o maili kim tutuşturdu? Sana şakayı kim yaptı? Sizi aldatan kim? Sizi bir kez daha müfteri konumuna düşüren kim? Biz bunların yalanlarını dinlemekten, kovalamaktan bıktık. Emniyet güçleri bu işi takip ediyor. Er geç çıkacak meydana... (15 Mayıs 2011)
Hakikaten bu mail işinin kökü bir hafta içinde bulundu.
Altı buçuk aydır hapisteyiz. Bir ahlaksızın, iftiracının ya da bir çetenin bilgisayarımıza yüklediği "talimatları" bulacak bir emniyet gücü yok muydu, yok mu? Yetkililer görevlerini ancak başbakan talimat verince mi ya da mağdur bir AKP'li olunca mı yapıyor?
Yoksa böyle bir inceleme ve araştırmanın, yazılmış senaryoyu yıkmasından mı endişe duyuldu? Benim korkum yok ki, "araştırın, bulun" diyorum.
Öyle ki, cezaevindeki ilk günlerimde Sayın Başbakan'a, "Onların bana ait olduğunu ispatlayın, intihar ederim. Değilse siz sorumlular hakkında gereğini yapacak mısınız?" çağrısında bulundum.
Dağlar, taşlar duydu. Ankara duymadı!..
Altı buçuk ay geçti, sıfıra sıfır elde var sıfır!..
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder