logo

30 Mayıs 2013 Perşembe

ADIM CUMHURİYET'Tİ

1923 yılının son günlerinde Anadolu olarak da bilinen ön Asya’da doğdum. Anam Vatan’ın bana uzun bir hamilelik dönemi oldu, çok cefa çekti. Doğumla birlikte başlayan yaşam öykümü bilmeniz içinde bulunduğum durumu anlamanız için yeterli olmayacağından daha size anam Millet ile babam Fikir’in çileli birlikteliğini de anlatmam gerekir

Anam Vatan ve babam Millet arasında ilk bakışmalar başladığında 17. yüzyıl yaşanıyordu. Eski dünyanın yanına Yeni Dünyalar eklenmiş bilinen dünya genişlemiş, zaman çılgınca akıyordu. Eski Dünya’nın çocuklarından Avrupa 15. yüzyıldan beri bilim ve teknik alanında kat ettiği gelişmelerle kardeşleriyle rekabette öne geçip onlara büyüklük taslamaya başlamıştı. Ancak kalp ve akıl birlikteliğini henüz sağlayamadığından sürekli bir iç çekişme halindeydi. Anam Vatan’ın ocağı Asya çocuk ise kardeşiyle giriştiği üstünlük yarışında geriye düşmenin etkisiyle acaba rekabette tekrar üstünlüğü nasıl ele geçirebilirim sorusuna cevap aramakla meşguldü.

Yukarıda betimlediğim böyle bir ortamda ilk bakışmalar başladı, işte. Daha bu ilk bakışmalar onlara kabuslar gördürdü. Acaba iktidarımıza halel gelir mi sorusu akıllarda esmeye başladı. O kabuslar gün oldu, ilk bakışları cesaretlendirenleri koltuktan etti, gün oldu kılıç olup kafa kesti, kan akıttı. Lakin yüreklere bir kez ateş düşmüştü. Dönüşü yoktu.

İlk bakışmalar gönüllerde yeşerdi de yeşerdi. Gün geldi Lale oldu. İki sevdalısı vardı. Lale’ye ne kadar sevdalılarsa bir o kadar da birbirlerine. Lale’nin ömrü 12 yıl sürdü. Lale’ye dönüşen bakışmalardan rahatsızların kabusları da karabasanlara dönüşmüştü. Karabasanları sonlandırmak gerektiği düşüncesiyle kumpas çarkı dönmeye başladı. Sonra da hep döndü de döndü. Piyonlar ilk saflarında bir tellakla Lale’nin iki sevdalısının birini sevenleriyle ölüme gönderirken diğerini de yerinden yurdundan ettiler. Böylece Vatan ile Millet arasına da ilk ayrılığı soktular.

Aşk bu ya, düştü mü bir kez ateşi sönmez derler. İlk ayrılığın acısı ne kadar şiddetliyse kavuşması da bir o kadar ateşli. Kavuşmaları Nizam-ı Cedid olarak yeşerdi, gün ışığına çıktı. Sevdalısı da III. Selim. Sonu gelmez karanlık güçler de durmak bilmez kumpas çarkı da döndü, Yeniçeriler olarak gösterdiler kendini. III. Selim’in sevda ateşi keskin kılıçta son bulurken karanlık güçler bir 20 yıl daha koltukta rahat oturdular.

Sevda bu ya, bitmez. III. Ahmet gider, III. Selim gelir. III. Selim gider, II. Mahmut gelir. II. Mahmut un sevdası daha bir başka, tohumu daha bir derindeydi. Yeşerdi Tanzimat oldu. Gel zaman git zaman dallandı, budaklandı Meşrutiyet oldu. Meşrutiyet ağacı babam Millet’in damarlarındaki kan ciğerindeki nefes beynindeki fikir oldu. Kökleri yayıldı da yayıldı.

Anam Vatan’ın ocağının sönmesine karar verdikleri gün Tanzimat ağacının köklerinden beslenenler Mehmetçik oldu. Son kurşununa kadar savaştı, yetmedi siper etti göğsünü. Destan oldu, marş oldu. Babam Millet’in makus talihini değiştirdi.

O Mehmetlerden çok güzel mavi gözleri, sarı saçları olan biri vardı ki, adını babam Milletin beynine anam Vatan’ın kalbine kazıdı. Yalnızca kazımakla kalmadı. Bir daha ayrılmamaları temennisiyle evliliklerinin müsebbibi, sevdalarının meyvesine hem ebe hem isim babası oldu.

Evet şimdi bildiniz kim olduğumu. Evet, ben Cumhuriyet’im. Her nefesinizde nimetlerimden faydalanırken bir kez olsun teşekkür etmediğiniz, her parçam üzerinde doğamı bozmak üzere faaliyetler yürüttüğünüz, ebemi ayyaş ilan ettiğiniz, “kirletmek”ten bir an vazgeçmediğiniz o Cumhuriyet’im.

Şu hayatta 90 yılı geride bıraktım. Bir 10 yıl daha ömrüm var ya da yok. “Anan var, baban var onlar seni yaşatmak için ellerinden geleni yaparlar” diye düşünüyorsunuz, biliyorum. Ancak anam ne halde, babam ne durumda bir dönüp baktığınız yok. Anam Vatan’da yüzyılların yorgunluğu, bezginliği bir de geriye kalan bir avuç, o avucun da her çizgisine konmuş bir “tek dişi kalmış canavar”. Babam Millet’in sırtına ise vur Allah’ım vur, sanki yükü azmış gibi. Alnında derin çizgiler, gırtlağından geçen bir lokma var ya da yok.

90 yıllık ömrümde gördüğüm gün sayılı. Ebem hayatta, anam babam dinç bense emeklerken kastettiler canıma. Muvaffak olamadılar. Ne zaman ebem öldü, anam abam yorgunluk göstermeye başladı, “Gün bizim günümüz diyerek” gölgelerden sıyrıldılar. Adları kah demokrat, kah adalet oldu. Şimdilerdeyse hem adalet hem kalkınma. Babamı ayartmak için kimi zaman 3 anahtar vaat ettiler, kimi zamansa her mahallede bir milyoner!

Dedim ya şimdilerde adlarında hem adalet hem de kalkınma var. Ne de şaşalı duyguları okşayan cinsten. Babama da pek sempatik geldi, hele bir de anam sevdalısı ilan edince kendilerini gözleri daha bir kamaştı. Babam ne anama tecavüzlerini gördü ne de aklında beni piç olarak gördükleri kaldı. Evet onlara göre ben bir piçim, hem de kızım. Kız çocuğu fingirdek olur, oynaşır. Zaten ebem de bana içki masasında ebelik etmiş. O halde fingirdek Cumhuriyet gitmeli yerine dinibütün olan evlat gelmeli.

Estetik operasyonları başladı. “Hoppala bu operasyonlar da ne oluyor” şimdi diyenler dinibütünlerin polisince yargısına teslim edildi. Bunlardan huysuzlanınca babam Millet, bir yandan göz boyama taktikleri yoğunlaştırıldı diğer yandan korku salma. Babam iyice bir uysallaştı. Arada bir huysuzlanmıyor bile. Bana gelince artık erkeğim, bıyıklarım var şu Hitler denen adamınkine benzeyen cinsten. Kafa kağıdında adım hala Cumhuriyet yazsa da çoktandır aslında Faşizm.

                                                                Adem AYTEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder