Sigaranı güzelce sararsın, deniz
kenarına oturursun, çakmağı çakar ve ateşlersin. Zehiri içine
şifa niyetine çekersin. Sigara çok zararlıdır. Yorulmuşsundur.
Beş dakikalık bir sigara molasını bile diken üstünde
geçirirsin. Çünkü sürekli bir yerlere yetişme çabasındasındır.
Durmaksızın devam eden yelkovanla savaş. Ve düşünürsün;
hiçbir şey yolunda değil...
Arkadaki kaldırımda küçücük
çocuklar tabletlerde oyun oynamaktadır. Zombiler gibi. Gözbebekleri
ölü çocuklar. Artık çocuklar sokakta plastik futbol topuyla maç
yapmıyorlardır. Üzülürsün. Yaratıcılıklarına balta yemiş,
radyasyon taaruzuna uğrayan, sanal alemdeymiş gibi donuk donuk
hareket eden çocukları görür ve üzülürsün. Çünkü birkaç
yıl sonra onlar yüksek numaralı gözlükler takan, fiziksel
bozuklukları olan, asosyal gençler olacaklardır. Senin ülkenin
zehirlenen beyinleri...
Kendini güzelce zehirledikten sonra
iş yerine doğru yürümeye başlarsın. Mesai kutsaldır. Para
kolay kazanılmaz. İş yerine giderken fast-food restoranlarını
görürsün. Bu fast-food restoranlarından birinin Ceo'su yakın
zamanda, ürünlerinde “at eti” kullandığı açıklamıştır.
Ama yine de içersi tıklım tıklım doludur. Ergenlik çağındaki
gençler akın etmektedir. Orta fiyatlı yapay bir lezzet için
böbreklerini, karaciğerlerini, pankreaslarını, safra keselerini
feda etmektedirler. Bağımlı gibi. Bunlar senin ülkenin
gençleridir. Birkaç yıl sonra onlarca hormon düzenleyici ilaçlar,
kortizonlar, kutu kutu haplar tüketecek, ilaç sektörüne servet
kazandıracak olan, senin ülkenin zehirlenen bünyeleri...
Yürümeye devam edersin. İş yerine
iyice yaklaşmışsındır. Bakkalın gazete reyonunda bir haber:
“Fukuşima'da Radyoaktif Sızıntı!”. Üzülürsün. Çünkü
yakın zamanda senin ülkenin topraklarına da aynısından
yapılacaktır. Oradaki insanlar tehdit altında olacaktır. Ve ne
yazık ki radyasonla şaka olmaz. Senin ülkenin zehirlenen
insanları... Çernobil'in mirasını hala bedenlerinde yaşayan
insanların olduğu ülkenin insanları...
Varmak üzeresindir. Kağıt
toplayıcıları görürsün, elli yaşına yaklaşmış,
topallayarak garsonluk yapan o amcayı görürsün, mendil satan
teyzeyi görürsün. Yepyeni bir market açmış, malları ucu ucuna
denkleştirip tezgaha dizen, ama sinek avlayan karı-kocayı
görürsün. Umutla müşteri bekler onlar. Umutla... Baltalanmış
umutla...
Bunları canlı canlı görürsün.
Ama keyfi yerinde olanları, kimin eli kimin cebinde belli olmayan
cemiyet alemini, enseye tokat göze parmak magazin tanrıçalarını
televizyondan izlersin. O ekranın arkasındakilere güzeldir hayat.
Onlara hiçbir şey olmaz. Olan sana olur: Hayattan soğursun.
Ve sonunda iş yerine varırsın.
Vardığın yer anca budur! Üstünü değiştirir, bu moralsizlikle işine
koyulursun. Yârini, dostlarını, aileni özlemişsindir. Ama ne
yazık ki ekmeğinin derdindesindir. Sosyal hayatın azalır. Gündemden geri kalır, garddan düşersin. Öğretici bir kitap, hatta kitabı bırak gazete
bile okuyamazsın. Çünkü hayat devam ediyordur. Ve hayat bir
koşuşturmacadır. İstemeden koştuğun bi koşturmaca. Ve kötü
yoldadır her şey.
Her geçen saniye kendi sonuna yaklaşır: İnsanın hayatı, ülkenin hayatı, dünyanın hayatı...
Uğur Mutlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder