logo

25 Kasım 2012 Pazar

Tak-Şak grevciliği ve devrimcilik

Cezaevlerinde başlatılan ve Öcalan’ın “tak” diye talimat vermesiyle “şak” diye sona eren açlık grevi, devrimci siyaset yöntemi açısından çok tartışmalı bir durumdur. Çünkü devrimci siyaset, kazanımını kendi gücüyle kazanmayı hedefler, başkasının kendisine bahşetmesini değil.

12 Eylül 2012 tarihinde, kendilerini devrimci olarak nitelendiren PKK ve KCK mensubu tutuklu ve hükümlü 64 kişinin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi ve anadille savunma ve eğitim yasağının kaldırılması istekleriyle başlattığı açlık grevi, Öcalan’ın 17 Kasım’da yaptığı çağrının ardından 18 Kasım’da sona erdirildi.

Süreç, eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Doğan Güreş’in kendi görev süresinde Başbakanlık görevini yürüten 28 Şubat sürecinin “anne”si Tansu Çiller ile olan ilişkisini anlattığı sözleri hatırlattı. Güreş, “Başbakan tak diye emreder, Ben de şak diye yaparım” demişti.

Açlık grevi, BDP ve bir takım sosyalist çevreler tarafından ciddi destek alırken önemli bir ajitasyon ve temel siyaset malzemesi haline getirilmişti. Öyle ki, BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in “Bizim açımızdan süreç tıkandı. Şu an 360 kadar kişi kritik aşamayı yaşıyor, kritik süreyi aştılar. Milletvekillerimizle, belediye başkanlarımızla, cezaevlerindekiler dahil bütün arkadaşlarımız süresiz-dönüşümsüz açlık grevindeyiz” sözleri 18 Kasım tarihli soL Gazetesi’nin özel söyleşisinde yer alıyordu.

Öcalan’ın, bu söyleşinin yayınlanmasından önceki gün yaptığı çağrı üzerine grevin sona ermesiyse, 19 Aralık sayılı soL Gazetesi’nin manşetini oluşturuyordu. Öcalan’ın ç ağrısını duyana kadar açlık grevinin “dışarı”daki bayraktarlığını yürüten BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ise, çağrının geldiği akşam Twitter hesabından çağrıya destek verdikleri açıklamasında bulundu.

“Ölürüm bak!” tehdidi

Tuncel, aynı söyleşide destek verdiği açlık grevlerini “Bu ciddi bir mesele. Süresiz-dönüşümsüz açlık grevine gidiyorsunuz. Bunun sonunda ölüm de olabilir” diye tanımlarken aynı cümlenin hemen arkasından “Biz şöyle bir şey yapmıyoruz: İntihar ya da mücadeleden vazgeçmek, herşey bitti değil. Bunu mücadelenin bir parçası olarak değerlendiriyoruz” diyordu.

Tuncel nezlinde, açlık grevine katılan ve destek veren herkese soruyorum: Kullanmayı çok sevdiğiniz ifadeyle, toplu bir biçimde “bedenlerinizi ölüme yatırma”nın neresi mücadelecilik, neresi devrimciliktir? Açlık grevi yaparak herhangi bir talepte bulunmak, “İstediğimi verin yoksa ölürüm bak!” diye tehdit etmekten başka bir şey değildir. Tuncel’in reddettiğinin aksine, kazanım için mücadele etmekten vazgeçip, kazanımı tehditle karşısındakinin bahşetmesini beklemektir.

30 yıldır çeşitli talepler doğrultusunda silahlı mücadele veren ve sürekli ölümler yaşayan bir siyasi hareketin ise, nasıl böyle bir strateji ve beklenti içerisine girdiğini anlayamıyorum.

Devrimci mücadelenin sürmesi, mücadelecilerin güçlü olmasını gerektirmektedir. Aç kalan, hatta ölüm döşeğine gelen bir kitle devrimci bir mücadele gösteremez. Açlığı yöntem olarak gören bir devrimci mücadele olamaz.

Soner Bahadır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder