
Sevgili Babama;
Sanırım 12 yıl kadar önceydi. Eski büromuzda gayet sesli ve gürültülü bir şekilde babamın daktilosu ile oynamaktaydım. O sırada benim hayattaki tek kahramanım babam, elinde ince ve kırmızı bir kitapla içeri girdi. O kadar eski bir kitaptı ki bu ilgimi bile çekmemişti. Çalışması bittikten sonra kitabı bana verdi. O zamanlar okumayı sevmeyen biri olmama rağmen tesadüf eseri kapağını açmış bulundum kitabın.
Her sayfasını çevirdiğimde gerçek bir hayat hikâyesi mi değil mi diye kendi kendimle çelişkiye düşmeye başlamıştım. Çok küçüktüm ve çektiğimiz maddi sıkıntıya rağmen benden hiçbir şeyi esirgemeyen sevgili ailem bana öyle bir hayat kesinlikle sunmamıştı. Köleliğin ne demek olduğunu bilmiyordum bile.
Bir çocuk üzerine kurulan bir hikâyeydi. Küçük Booker, Amerika’ya zor şartlar altında göç etmiş bir siyahi ailenin küçük oğluydu. Annesi ve kardeşleri ile beraber köleliğini yaptığı ev sahiplerinin bahçesinde, kıyıda köşede damı su alan ve rüzgâr estiği zaman aynen içeri giren bir kulübede oturuyorlardı. Amerika’da iç savaşın yaşandığı günlerdi, beyazların bile çok sevdiği çaylarını şeker bulamadıkları için üzümle içtiği zamanlardı. Siyahi ırkın hiçbir açıdan yaşama şansı yoktu. Onlar Amerikan halkının sadece köleleriydi. Annesi sahiplerinden yediği hakaretleri bile artık sineye çekemez bir vaziyetteydi. Çoğu zaman aç yatan Washington ailesinin küçük üyeleri ancak bazı geceler annelerinin ev halkından gizli olarak acele ile kaçırdığı yiyecekleri getirmesi ile doyabiliyorlardı. Bu nadir yaşanan ve Sahiplerine yakalanma korkusu ile çabucak tüketilen yiyecekler küçük Booker’ın hafızasından gitmeyen en özel dakikaların başkahramanlarıydı.
Booker büyüdükçe kölelik için hazır bir insan olmaya başlamıştı. Abisi zaten köleydi. Amerika’da o yıllarda kölelere içi tiftik li ve ilk giyildiği zaman vücudu kanatan diken gibi batan kalın bir aba veriliyordu. Abayı giydikçe vücut bu giysiye alışıyor ve aba da yumuşuyordu. Böylece bir sene sonunda aba ancak batmamaya başlıyordu. Booker içinde bu abayı giyme zamanı gelmişti. Fakat abisi ona kıyamadı, çünkü küçük adam bu abayı giyemeyecek kadar çelimsizdi. Bu yüzden büyük abisi aba yumuşatana kadar Booker’a verilen yeni abayı giydi. Abisinin her gece abayı çıkardığında sırtında gördüğü yara ve kanlar küçük Booker’ı derinden etkiliyordu.
Sahiplerinin Beyaz çocukları okula gidiyordu. Oda onlar gibi okula gitmek bu makûs kaderini yenmek istiyordu. Fakat bu imkânsızdı, çünkü Amerika’da o dönemde siyahlar hiçbir şekilde vatandaşlık hakkına sahip değillerdi. Booker bu hırsla her gece samandan yapılma yatağında hıçkırıklara boğuluyordu.
Yıllar birbirini kovalıyor, geçen zaman ile siyahlara sosyal haklar tanınmaya başlıyordu. Günlerden bir gün siyah arkadaşlarından biri ona başka bir şehrin kenar okullarından birinde siyah öğrenci okuduğunu gördüğünü söyledi. Arkadaşından duyduğu söz üzerine bir gece Sahiplerinden gizlice evden kaçtı. Booker gittiği yeri, ne yapacağını, okulun adını bile bilmiyordu. Ama umut dolu bir çift göz ile Dünya’ya bakmaya başlamıştı.
Şehre vardığı ilk gün o hırsla okulu buldu, fakat okulun kapalı olduğunu görünce derin bir hüsrana uğradı. Çünkü ne o geceyi bir yerde geçirecek bir parası nede yiyecek bir lokma ekmeği kalmıştı. Fakat tek bir şeyi vardı ki o hepsini bastırıyordu. O küçük siyah adam umutluydu. O geceyi nerde geçirdiğini okuduğum zaman bende çok derin bir hüzne boğulmuştum. O küçük dev adam o geceyi yağmurlu bir gece olmasına rağmen kaldırımla yol arasında ki 50 cm lik su kanalının içinde yatarak geçirmişti ve sabah kalktığı zaman hem hasta hem de açlıktan bitkindi.
Okulun kapısına vardığı gördüğü manzara tüm çektiği sıkıntıları unutturmuştu ona. İçeri girdi merdivenlerden yukarı çıktı. Müdüre hanımın odasını buldu. Kapıyı çaldı. Duyduğu ses gayet sert bir ses tonuydu. “Gel!” Booker irkildi, girip girmemekte tereddüt etti. Fakat bu şansı kaçıramazdı. İçeri girdi. İçeride beyaz tenli, gayet ciddi giyin imli, saçları toplu elli li yaşlarda bir kadın vardı. Okula yazılmak istediği dile getirdi. Kadın aşağılayıcı bakışları ile tepeden tırnağa süzdü Booker’i. Sonra arkasını dönerek geldiği yere gitmesini ve ondan öğrenci olamayacağını söyledi. Booker ikinci kez yıkılmıştı, arkasını döndüğü zaman gözünde akmaya hazır duran yaşlar boşalmıştı bile. Kapıdan çıkmak üzere iken kadın ona seslenerek, okulda hademelerinin izin aldığını bu yüzden epey bir zamandır okulun pis olduğunu temizlenmesi gerektiğini söyledi ve eğer bu görevi her gün eksiksiz yaparsa okulda okuyabileceğini söyledi.
Aç ve yorgun genç hiç tereddütsüz kabul etti. Temizlik malzemelerini alıp hemen işe koyuldu. Kadın kendisine bütün okulun sıralarının ve camlarının 1 saat içinde temizlenmesi halinde okulda yeri olabileceğini söyledi. Fakat bu imkânsızdı. Bu kadar kısa zamanda koca okul temizlenmezdi, üstelik epeydir de temizlenmemişti. Müdüre hanım da zaten bunun farkında olduğu için imkansızı iztemişti bu küçük devden.
Bir saat sonra ki manzara inanılmazdı. Bütün okul pırıl pırıl olmuştu, gelen kadın sıraların en diplerine kadar toz aradı, fakat bulamadı. Çaresiz bir şekilde Booker’ı okula kabul etti. Bir milletin makûs tarihini yine tek bir adam yıkmıştı. Booker her gün kitaplarını tekrar tekrar okuyor okulunda başarıdan başarıya koşuyordu, aynı zamanda da okulun temizliğini kesinlikle aksatmıyordu.
İlk başlarda arkadaşları tarafından siyah olduğu için dışlanan ve şiddet göre bu genç okulun en sevilen öğrencileri haline gelmişti.
Bu ibretlik biyografiyi aklımda kaldığı kadar, şimdiki gençlerimize aktarmaya çalıştım. Unutmadan eklemeliyim ki bu küçük adam sonraları Amerika Birleşik Devletlerinin İlk siyahi Milli Eğitim Bakanı olmayı başarmış, sayısız güzel kanunların çıkarılmasına ön ayak olmuş ve Eğitim’in sadece teorik olarak değil, pratik te de uygulanması gerektiğini vurgulamış, bunu hayata geçirmiş olan Booker T. Washington’un kendisidir. Bu hayat hikâyesi, onun yazdığı “Kölelikten Kurtuluş” kitabından aklımda kaldığı kadarıyla kaleme aldığım gerçek bir hayat hikâyesidir.
Benim hayatımı etkileyen ender insanlardan biri olan Booker T. Washinton, umarım daha birçok gencin kararsızlığının önünde ışık olur.
Saygılarımla Adil Can Kavcar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder